VECİZELER “B HARFİ”

-B-

  • “B” harfi hayatın doğum noktasıdır. “B”’den bakabilen ve muhammedi olan Allah kullarına selam olsun. “B” ile konuş “B” ile yaz. “B” şifredir kullar arasında. “B” şifredir kul ile rab arasında. “B” şifredir hayatın her alanında.
  • İçinde bulduğun avhal sana en iyi olandır. Allah her şeyi kuşatarak en deruni olarak tüm ahvalini bilir. Hangi ahvala hangi şerbetin verilmesi gerekiyorsa, o ahvalı onunla bütünleştirerek verir. Allah’ı bilemeyip nefsanî izlerden sıyrılamayan ise, neyin ne olduğunu nereden bilir. Battıkça batar ama kendisini üstte sanır.
  • Allah kuşatması ilimle olur. Zaten ilim tüm manalara ferman olur. Deruni bilgiler ilimsiz zayıf olur. İlim illa bir kapıdan olur. Kapısız ilim akacak diyen yanlış söz eder. Kendisini bilgiye hapseder. Bilgiyi beline yük eyler. Merkep gibi dayak yer.
  • Bu da benim olsun bencilliğinden arın. Tasavvuf; bilgi, ilim, mertebe, keramet vs peşinde koşmak sahip olma hevesi değildir. Aksine tasavvuf; benliğinin büründüğü bencilliği salmaktır. Gül olmak ve gül vermektir. Almaktan bir kurtulup hep verirsek; işte o zaman, yokluğun yokluğunu a’ma da görürüz. Hak ile halka bakıp haksızlıktan soyutlanırız.
  • Anlamadığını reddeden yeniye kilitlenir. Bir yeni bilgi duydun diye hemen inkâr etme. Bilinç sandığın olan kendi özüne kilit vurup ihanet etme. Sonsuzluğunu tahrip etme…
  • Bazen büzüşmek ileri gitmek için şart olur.  Bazen insan elini ve ayağını kendisine çekmek ister. Hani kış günlerinde vücut açılınca soğur ya, işte öyle ruhunda bazen ihtiyacı oluyor.
  • Kalbimiz tüm değerlendirmelerin merkezidir. Özümüz de aynıdır ki… Anlamayana ne densin. Allah “basir”et versin. Not: Basiret yazmadım basir et yazdım.
  • Bilincimize nakşedilen, vehim eliyle örtünen ve bizde bizle var olan çekirdekler çatlayıp yeşermek ister. Ama kişinin yeşertmek için gerekli olan çalışmayı yapmayıp, bedensel zevkler peşinde koşması, kişiye sıkıntı ve stres olarak geri döner. Tıpkı toprak altında çekirdeğin patlayıp toprağı kabarmak istemesi gibi…
  • El Bari’dir rabbimiz… İlk yaratılış; sıfırdan emsalsiz bir şekilde yaratılış ile oluşmuştur. Yoksa o, ondan ve diğeri de diğerinden türeme ve evrilme ile yaratılım dersen, o zaman geriye doğru bir sonsuz zincir sıkalası çıkar ki, bu da batıldır.
  • Allah’ın El Bari ismi; bir örnek ve emsale ihtiyaç duymadan yaratma anlamını barındırır. Bu esma nakşı gereği rabbimiz, yarattıklarını yokluktan varlığa çıkarır. Öylece rabbimiz; takdir ettiğini ve kararlaştırdığını varlık sahasında ortaya koyar. İşte; “Yaratılmış anlamında” yaratılan her bir var edilen birime ibretle bakarsak, yeni birçok kapının bize açıldığını fark ederiz. İşte Allah’ın El Bari ismi bu anlamları içinde barındırır.
  • B harfinin üç manası vardır. İstiane (yardım), musahabe (beraberlik) ve mulabese (giyilen elbise). Bu üç manayı Allah ismiyle kendisini bize tanıtana yönlendirip OKU’sana Besmeleyi. Gör bakalım karşına çıkan portreyi..
  • İnsanın anlık bilinç anlayışı aldatır insanı. Olanı değil, görmek istediğini gösterir.
  • Boyan, Allah boyası olsun. Nasreddin Hoca misali olalım. Oluşmasındaki tüm imkânsızlığa rağmen… “Ya tutarsa” sözü kulağımızda çınlasın. Allah’ım algılamamızı aç. Suyu emip işleyen toprak misali tüm veri tabanımızı işlet. Boyanla boyalanmayı nasip et.
  • Bencillik girdabında kaybolarak iki dünyamızı da yakıyoruz.
  • Allah’ın katında basit diye birşey yoktur. Hâlbuki biz nefsimizin hoşuna gideni makbul, nefsimizin hoşuna gitmeyeni ise basit görürüz. Allah’ın katında ise, sadece yarattıkları vardır.
  • Boyun eğelim Allah’a… Ay ve güneş Allah’a boyun eğmişken… Ay aklı güneş imanı simgelerken… İkiside aynı noktada kesişirken… Neden yakiyn bir dokunuşla imana ermeyelim.
  • Fark ettik ki Allah’a giden yol bizden geçer. Her şey bizden bizedir… O dilediğini seçer. Emir O’nun… Çünkü gayrısı yokluktan içer. Şuurumuz açılırsa, bilincimiz her şeyi biçer.
  • Besmele işin başı… Onunla deler kökler taşı. Hikmetin gözüne odur kaşı. İnsan onunla devirir yaşı..
  • Toprak kabir bedenin son çukuru… O zaman beden o çukura girmeden, bedenden azami derecede faydalanalım.
  • Biz seninle başladık diyenler… Sakın benimle son vermesinler… Ben fani Allah bakidir der Allah kulu ve resulu…
  • B (ب ) harfinin içerik kapsamıyla Muhammedi bakış şu ki… Ya halkı hak nazarıyla seyr veya hakkı halk nazarıyla seyr… Gerisi iki renkli göz gibi ayrı ayrı bakar…
  • Ne yap yap kendini kimsenin boyunduruğuna sokma. Yoksa kendi özünü göremezsin. İsteyenlere imkânın dâhilinde istenilen şeyi ver, ama günlerce aç da kalsan, namertten bir şey alma. Zira Allah yanısıra kendisini egemen gören, seni senden mahrum eder.
  • Bedensel güdüler ve dürtüler üzerine kurulan yakınlaşmalar insanı esfeli safiline iter. Buradaki olay kıskançlık değil, apaçık nefse zulümdür. İslam’ın koyduğu mahremlik ve namahremlik olayları, kalbinin derinliğine inmek isteyenlerin, dikkat etmesi gereken temel konuların başında gelir. Zira Allah; demez ki zina etmeyin, hassasiyeti icabı zinaya yaklaşmayın der. Eğer yakınlaşma varsa zaten zina doğal bir dürtü şeklini alır. Bedensel dürtülerin en kabalarından biri olan zina günahı, kişinin kalbindeki rabbe olan yönelimi, tamamıyla keser. Kişiyi kupkuru edip manaya yönelen zihnini aptal eder.
  • Bilgi kendinde bulduğundur. İlmin ise, Ehad ve Samed olan ile yaptığın senkronize kadardır. Beğeni ve ilgi ise hobilere girer, anlık haz alırsın. Gerisi nedamet çöker.
  • Epey yıl oldu unuttuk bedduayı. Sabırla harmanladık duayı. Yerden seyrettik semayı. Seçtik inzivayı. Öylece affeyledik tüm halkı. Halka hak nazariyle bakıp yardık masivayı. Tüm geçmişteki bedduayı da Allah’ın Celal’ine terk edip, secdede bulduk Cemal’ı…
  • İşlerimiz bencilliksiz olursa başarı yüzde yüz olur. Bencillik karışınca ise, insan yarı yolda kalıyor.
  • Besmele, karanlıkta ışıldayan Allah nurudur. Buyrun kelime kelime ve toplu anlamı. B (ب ) yardımıyla-verdiği güçle. İsmillah (اسم الله ) ismi Allah olanın. Anlam: ismi Allah olanın yardımıyla şu anda yaptığım eylemi yapıyorum. Errahman (الرحمن ) herkesi rızkıyla yaratır. Errahim (الرحيم ) sürekli yeni şeyler üretir. Besmelenin anlamı şöyle düşünülerek söylenir: İsmi Allah olanın beni rızıklandırarak verdiği kuvvetle, ben üretime geçiyorum.
  • Hey dost… B-eka B-illaha erersen, işi bitirirsin sen… Anladın mı? Hey dost… B ( ب ) harfi işte oldu bu işin sırrı… Anlamadan yanlış konuşma… Hey dost… Senin işin B-eka B-illaha ermek. Ey nefsim… B-eka B-illaha eremeden sakın ha bu dünyadan gitmeyesin… Bu işin şakası yok. Vallahi ölen bir daha dünyaya geri gelemez ki elde etsin.
  • B harfi kendinden sonraki kelimeye üç mana katar. 1-İstiane=yardım 2-Mülabese=giyilen elbise 3-Müsahabe=beraberlik. İşte bu üç manadan birini kat ve besmeleye anlam ver, gör bakalım önüne ne çıkacak. Şirkten kurtulmak için en az İstiane manasını vermek gerekir.
  • Besmeledeki B ( ب ) harfini Müsahabe/beraberlik manasında hissetmek, insanı miraca çıkarır. İşte kabı-kavseyn denilen hal, B( ب ) harfini Müsahabe anlamında idrak edip yaşamaktır.
  • “Katre nice bilsin, Ummân olan anlar bizi!” Mısri Sultan hazretleri burada şunu demek istemiştir Allahu a’lem… Umman okyanus demektir. Katre ise bir damla su. Irmaktan balona alınan bir avuç suyu düşünün. Kendi balonunun suyunu kendi aslı olarak bilip, kendisini balon kozasına hapseden, nereden bilsin Irmağı. Kendi özünün, ırmağın aynısı olduğu bilincine eren ise, bizi anlar demiş sultan hazretleri.
  • Birçok esma manasının bir katre nurun üzerinde yaptığı terbiye nakşı sonucu, ayrı ayrı hüviyet sezişlerine sahip birimler oluşur. Tüm esma manaları da onun olduğu için, ayette “biz” yapıyoruz der.
  • Hayr ve şer kuldan gözüken Allah takdiridir. Tüm öğrenilen şeyler öğrenildiğiyle kalırsa, hayır ve şer olarak gözükür. Bu husus marifetullaha engel olur. Çünkü marifete erende hayır ve şer kaybolmuş ve seyr başlamıştır. İşte bilgi bilgisizliği, marifete eremeyen kişinin bilgisidir. İşte bu bakış, hakikat bakışıdır ki, zahiri bakış ile alakası yoktur. Yani zati seyr zevk halindeki seyr alanıdır.
  • Ahret uçsuz bucaksız deryadır. Orada dostla buluşmak çok mu kolaydır? Hakkın rahmeti olmazsa… Tüm sözler seraptır.
  • Günahı emreden nefis başa beladır. Onun sesi kulağında sedadır. Geç emmareyi ey aziz insan… Hayat sana deryadır.
  • Allah’a ermek olayı… Bir örnek ile açıklayalım… Bir ırmak düşünelim. Doğuyor deveran edip denize varıyor. Bu ırmağın içinden bir balon su alıp ağzını bağlayıp tekrar ırmağa bırakırsak derede eksilme olmaz. Deredeki suyun aynısı balonun içinde de olur. Tüm özellikleriyle aynı… Derenin içinde ve suya tabi… Ama kendi içinde bağımsız gibi… Etrafında ince bir lastik mevcut olur. Şimdi, o su dile gelse dese ki “ben bağımsız olarak hareket ederek gidiyorum ve hatta ben dereden bağımsız varım, ben her şeyimi kendim hallederim” derse, yalan atmış olur. Çünkü tümüyle derenin akıntısına tabi olarak sürünüp gidiyor. Ama dese ki; “varlığım deredeki suyun bir kısmı ve derede ne varsa bende de o var. Ben deredeki su ile yürüyüp gidiyorum, ama benimde kendime göre bir birikimim var, ama bu birikimde derede ki suyun aynısı. O beni nereye sürüklerse oraya giderim derse,” doğru demiş olur. Cin ve özellikle insan hariç tüm varlıklar, bu balondaki suyun aynısıdır. Cin ve insandan da düşüncesine hâkim olamayan bu balonun içindeki suyun aynısıdır. Yani mutlak kadere tabidir. Ama düşünce ve iradesini eline alan ise, dereye meydan okur. Çünkü öz nur pıhtısının kıvamını şekilden şekle evirip çevirme gücüyle donatılmış olur. Anla bu muazzam olayı, artık ya…
  • Peki, ikiliği kaldırmak ne demektir ve kaldıran var mıdır? Irmak ve balon üzerinden bir örnek verelim. Irmağın suyu ile doldurulup ağzı kapatılıp tekrar ırmağa konulan bir balon düşünelim… Gerçekten balonu somut olarak patlatıp dereyle birleştirmekle mi ikilik kalkar? Hayır, bu mümkün değildir. Çünkü seyir eden sanal benlik sonsuza dek var olacaktır ki, ırmağı seyr etsin. O zaman ikiliğin kaldırılması şu demek oluyor… Balonun içindeki su der ki, ben ve ırmak aynı maddeden oluşmuşuz. Benim gibi oluşan sayısız balon da aynı ırmaktan ve aynı benim gibi oluşmuş. O zaman kendimi onlardan ayrı ve hatta bağımsız bir varlık gibi göremem. Bende ne varsa, tüm balonlarda ve ırmakta da aynı şey var. O zaman kendimi onlardan ayrı görmek yerine, birimde şöyle bir nazar oluşursa… ” Irmağın suyunun girdiği ve her birisinin bir sanal benlik oluşturduğu ve benim suyumla aynı olan ama balonların kıvrımlarına ve renklerine göre değişik suret alan diğer balonlardaki suların özelliklerini seyir edip (afakta), kendi su özelliklerimi de keşfedip (enfusta) ve sonra ırmaktan olup herhangi bir balon altında kayda girmeyen, yani kayıtsız olan suyun özelliklerini benimseyeyim (Allah boyası)”. Ve şayet bu benimseme oluşursa ikilik kalkar. Bu benimseme oluşsa da, olayı seyir eden balonun içindeki sudur. Balon patlaması budur. Yoksa balonun gerçekten patlaması asla söz konusu olamaz. FENAFİLLÂH olayı da bunun gibidir.
  • “BA ب SIRRI NE Kİ” aslında çok kolay… Irmaktan ayrıştırıp balon içine konulan su, ırmak içindeki suyun aynısı olduğunu fark ederse… İşte o zaman BA ب sırrı anlaşılır. O zaman Allah’a ermek nedir? Olayı ise… Dere ve balon örneğiyle yazacağım… Hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet… Allah ismi aynasında kendini yarattıklarına tanıttırıp müşahede ettirdiğinde… Koca ırmak gibi dere içinde su misali… İstedi ki derede akan suyu gene suyun kendisiyle müşahede etsin. Sanal benlik dediğimiz balon dolusu suyu ayırıp ırmağa bıraktı. İnsan ve cini temsil eden balon içindeki su, düşünür ve der ki; benim varlığım deredeki suyun aynı ise, benim bir yerlere yönelmeme gerek yok. Derede ne varsa bende de o var. O zaman seyir edilmek istenen hazine benmişim. Ben kendimi iyi tanırsam, “HU ADIYLA İŞARET ETTİĞİMİZ MUTLAK HÜVVİYET” benden de müşahede edilecek. Ve böylece hiç deredeki akıntıya bakmadan “KENDİ YAĞIYLA KAVRULMUŞ BALIK GİBİ” kendi özünde HU”yu müşahede etmeye başlarım. İşte o zaman kişi; kendisi öz nefsinde Rabbiyle buluşup Allah ismi aynasında kendisini seyre dalar. Yani Allah’a erer. Yani halifetullah olur.
  • “HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” için, bizim açımızdan, kendisi hakkında fikir yürüteceğimiz hiçbir sıfat yoktur. Düşünsenize, tüm kavramların düştüğü ve sadece HU yani O diyeceğimiz mutlak zat… Öncelikle bunu hafızamızda oturtalım. Sonra; “HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” istedi ki; sahip olduğu gizli hazineyi, yani seyri oluşmayan öz kuvvelerini, yani kendi öz hüviyetinde olan ve hiçbir mana olarak seyri oluşmayan kendi özelliklerinin ortaya koyduğu öz gücünü seyir etsin. Kendi zati nuruna nazar etti. Nurundan bir tutam alıp üzerine nakış nakış kendi sahip olduğu kuvvelerle dokuma eyledi. Sonra; Hüviyetinde asla manaya dönüşmeyen ve salt kendi olan tüm özelliklerinin seyrini, o bir tutam nuru üzerinde oluşturduğu kuvve kümelerine benlikler vererek kendisiyle muhatap eyledi. En kapsamlı benliği de insana verdi. Kendi zatı için Allah adını seçerek, kendilerini yaratarak benlik sahibi kıldığı sanal hüviyetlere kendisini tanıttı. Bu ismin aynalamasıyla bir tutam nurunun üzerinde seyri oluşan tüm manalar bir birleriyle etkileşim haline girdi ve sayısız âlem oluştu. Tümü de “HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet”i Allah olarak tanıdı. İşte oluşan bu etkileşimlerin hiçbirisi asla Allah ismiyle tanıdığımız “HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” olamaz. Çünkü o, kendi öz hüviyetinde Allah ismini varlığına ayna yaptı. Ama aynada görülen de asla kendisi değildir. Ama görünen de ondan gayri değildir. Lakin tanıtımını yaptığı kadarıdır. Ötesi gene de mutlak muammadır. Sonra; Allah ismiyle isimlenen öz aynasında “HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” kendisini seyir etmeye başladı. Şimdi düşünelim; Allah ismiyle isimlenerek tarif edilen ayna, tüm isimlerin bileşimi olarak zerreden kürreye bir etkileşim ve oluşum içinde olarak, “HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet”e seyir mahalli oldu. Yani her bir varlık kümesi öylece hem kendisini hem içinde yaşadığı dünyasını hem de kendisini yaratan mutlak kuvvet ve kudret sahibini o isimle tanıdı. Yaratım planında oluşan her bir yapının her bir noktası “HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet”e eşit mesafededir. Allah yapıyor dediğimizde; hangi noktada hangi oluşum oluşursa oluşsun, işi yapan Allah’tır. Çünkü veçhinden yansıyan nurdan etrafı çizilen bir tutam nuru, yani tüm seyir alanını bir okyanus gibi düşünürsek, okyanusun her noktasına da okyanus denir. Yani sahibi Allah’tır. Yani nurdan bir şule olan insanı ve yaptığını yaratan Allah’tır. Ayrıca şu noktaya dikkat edelim; Allah ismiyle isimlenen, “HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet”in seyrin oluşması için ortaya çıkardığı tüm manalar veya bu seyir sonucu oluşan herhangi bir nokta, asla ve asla “HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” değildir. Ama “HU adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüviyet” in seyri dâhilindedir. Ayrıca O; yani Allah ismi ile isimlenen zat, tümel varlık değildir. Çünkü tümel varlık denilirse, cüzlerden oluşmuş olur ki, bu da kesinlikle yanlıştır.
  • İnsanın en aziz dostu kendi bedenidir. İnsanın zalim dostu da kendi bedenidir. Bedene kişinin eşi denilmiştir tasavvuf ilminde. Çünkü beden ruhun bir eşi ve benzeridir. Hatta tıpatıp aynıdır. Ruha tüm yönlendirme beden ile yapılmaktadır. Beden gitti mi ruh kitlenir ve ebediyete kadar var olduğu ile yetinir. İyi veya kötü… Onun için en aziz dostumuz olan ve hatta eşimiz olan bedenimizi olabildiğince rahat bırakmadan çalıştıralım. 
  • Âşık Veysel; “benim sadık yârim kara topraktır” derken, biz saflığımıza muzdarip bir fert olarak zannettik ki mübarek Veysel, kara topraktan bahseder. Hâlbuki aziz insanın kara toprak dediği bedenidir. Dikkat edin âdem den nesli getirdi diyor. Çok derin bir eser. 
  • Ben önce kendimi düşünürüm. Eğer ki öldükten sonra hayatım cehennem olursa, bana ne geride kalan insanlardan. O yüzden birinci hedef ölümün akabinde mutlu bir hayata merhaba demek için, ne gerekiyorsa onu yapmak gerek. Kimse bunu bencillik diye anlamasın. Asıl budur sosyallik. Unutmayın ki cennete girebilecek düzeye gelen insandan zarar gelmez. İşte Fatiha suresi özellikle bunu vurgulayarak, iyi kul olmanın anahtarını bize sunar.
  • Her şey bizde başlar ve biter. Allah kimseye zulüm etmeyecektir. Zaten halifesi değil miyiz? Yaptığımızı onun adıyla yapar ve onun adına da seyir ederiz. O yüzden de yaratım alanı içinde her zaman, Allah yarattı dolayısıyla da Allah yaptı deriz. Ama rububiyet alanımızın şekline göre de hissiyat ve tezahürde kıvam alırız. Lakin tüm kıvamımız da gene de ondan gelmekte ve yaratım planımımızda şekillenmektedir. Ama öz zatımız ise, onun nurundan bir şule olarak var edilmektedir. Kişi hali hazırdaki kuvveden fiile çıkarmakta olduğu iş için çaba göstermeye başladığı anda da, Besmeleyi hilafet sırrını yaşamında anlık seyir edip özüne ermek için okumakta ve hakikatine bakıp içsel dünyasını zihninde şekillendirerek tasavvur etmektedir.
  • B harfinin anlatım içeriği işin başıdır. Hatta hatta işin sonu da aynı içeriktir… Olayın aslı ise, meğer aynaya yansıyan nesfi külle nazaran bir nokta nefes olan sanal benliğimiz imiş. Dikkat ediniz ki nefs ve nefes aynı harflerden oluşuyor.
  • Al sana yeni bir sır… Başörtünün sırrı ne olabilir? Kadının saçı etrafa radyasyon yayar. Erkek hiç onun saçına bakmasa bile, o radyasyon direk birinci derece kanbağı veya sütbağı olamayan yabacı erkek üzerinde dışsallık etkisi bırakır. Bu dışsallık etkisi erkekten dönüp kadına da sirayet eder. Bu tümüyle gayri ihtiyari bir oluştur. Ve o ortamda bedenselliğe doğru bir akım oluşur. Öylece kişi özün özüne doğru yolculuk ederken, fetret yaşar. Ama birinci katman özde bu kesinti oluşmaz. Özün özünü bilmeyen ve sadece özü esas mahal bilenler ise, bunun ne olduğunu bilemez. Aslında her yasak, öylece özümüze giden yolu tıkadığı için yasak edilmiştir. Yoksa Karakuşi yasaklar değildir. Aslında kadının saçını örtmesi kadın için değil, erkek için kadının katlandığı bir külfettir. Karşılığını Allah bizzat verecektir. Şayet; yanında yabancı hiçbir erkek yoksa, sadece birinci derece kanbağı veya sütbağı olan akrabalarının ve eşinin yanında saçını açmasında bir sıkıntı yoktur. Aslında aynı radyasyon akımı erkeklerin dahi saçında mevcuttur. Bu da erkeklerin başlarının tepe kısmında kümeleşmiştir. Lakin cinsi yakınlık hissini oluşturan kuvve, çok daha zayıftır. O yüzden de erkeklerde başın örtülmesi tepe kısmıyla şekillenmiştir. Ve örtülmesi farz edilmemiştir.
  • Hak yolunda bühl olmak şudur ki; Yaptığını inanarak ve bilerek yapıyorsun. Bir üstü ilmel yakindir ki; okuduğun, inandığın ve bildiğin şeyin tadına varıyorsun. Şekerin tadını alır gibi. Buna ya aşk ile çıkarsın. Veya huşu ile varırsın. İşte ilmi ile amel, tefekkür ve tadına varış, insanı bir üst basamağa çıkarır. Aynel yakin oluşmaya başlar. Hakkal yakin ise, huşu halidir ki kişiyi mukarreb olanlarla beraber eder. Bazı kişilerin sekir haliyle aşka kapılarak söyledikleri sözler yüzünden, tasavvuf yarenlerini ve hakikat yolcularını şirk ehli olarak tasvir etmek, en büyük gaflettir. Çünkü tadına vardıkları şeye muhabbet ile dolmuşlardır… Muhabbet, ilim ve tadına varış üçlüsü ile zevke ermişlerdir. Çünkü zati seyr zevk halinde oluşan halle, aynel yakin oluşmaya başlar. Bunun tümü dünyada iken, her hal ve şartta ilmi olup, ötesi muhaldir. Hissiyatın yoğunluğu ile bazısı dünyadayken ilmi olanı da gerçeği zannetmiştir. İşte bu sanmakla birlikte sekre uğramıştır. Oysaki mutlak manada aynel yakin, et kemik bedenin ölüm anında tecelli eder. Mutlak manada hakkel yakini ise, cehennem veya cennette tecelli edecektir. İşte girdaba düşmemek için deriz ki, bırak aşk ile eğlenmeyi. Aş aşkı gör ötesini. Hisset tüm haşmetiyle Allah’ın cemalini. Öylece oku özüne giden marifet yolunu.
  • Benlik mi? Bencillik mi? Yoksa kibir mi? Yoksa ucub mu? Kişiyi mahrum eden ne? Her öncü olan kibirli mi olmak zorunda? Öncü olanın sahip olduğu huylar nasıl olmalı? Hilmiyeti kibir olarak mı sezilir? Neden hilmiyet kibir olarak seziliyor? İşte bunun gibi tüm sorular, kibraya sahibinin ne olduğunu ve insanlığa ettiği tecellinin nasıl olduğunu anlamamaktan ileri gelir. Benlik ve bencillik ayrı ayrı kavramlardır. Benlik şartken bencillik haramdır.
  • Besmelede önce Rahman sonra Rahim gelir. Yani her birim rızkını alır sonra üretime geçer. Rızıklanma ve üretime geçme hususlarını birbirine karıştırmayalım. İşte tam kapasite üretime geçen insandır ki kâinata meydan okuyan. Okuduğu meydan da üretim bazlıdır. Yoksa rızık yeme bazında değildir.
  • Benliği ortadan kaldırmak, öyle mi? Kimse kendisini ve sizi kandırmasın… Benliğin ortadan kalkması muhaldir. Benlik ortadan kalkarsa, o zaman yaratıldğının ne anlamı kalır ki… Çünkü Allah, insanı benlikle yaratmıştır ki, onun adıyla seyretsin. Yani güç ve kuvvetin kaynağı olarak Allah’ı bilip öylece Allah’ın âlemlerinde kendi hakikatinin kaynağını müşahede eylesin. Kurban edilen ise, kendisine ait bildiği güç ve kuvvetin Allah’tan geldiğini fark ediştir. Kendi acziyetinin farkındalığını elde etmektir. Bakın işte, burada dahi bir elde ediş vardır. Elde eden ise, benlik verilen insanın ta kendisidir.
  • Bizdeki benlik hep var olacaktır ki, benlikle seyir ettiğimizin zevkine erelim. Esas kınanan ise, benlik değil bencilliktir. Bencillik; birimde var olan ve halden hale raks edip oluşan havl ile kuvveti Allah’ın değil de kendinden veya varlıklardan bilmektir. İşte esas kınanan durum budur.
  • Allah’ın insana veya yaratılmışlarına hululu veya ruhun reenkarnesi veya Allah’ın valıklara bürünüp gözükür olması olayları batıldır. Öyle inananlar batıl inanca sahip olurlar. Ama her hangi bir varlıktan seslenebilir. Ağaçtan Hz. Musa’ya seslendiği gibi… (28. Kasas suresi, 30. Ayet)
  • Bre adam… Âlemlerde Allah seyredilmez. Âlemlerde Allah’ın nurunun ışıltıları seyredilir. Bunu sana fark ettirmediyse yetiştiricin, hızlıca ondan uzaklaş… Kendini yaktığı gibi seni de yakıyordur.
  • Ayetlerin siyak ve sibaklarına bakmadan cımbızlama olarak ayetleri alıp anlam vermek, hezeyandan başka bir şey kazandırmaz.
  • Borç al, eee… Aldığının gücü sana yetmez senden almaya, eee… 20 yıl sonra gel aynı parayı ver ve borçtan kurtul. Allah’tan kork be adam. 20 yıl önceki aynı parayla ancak çok daha az ekonomik değer alırsın, bu mu senin hak anlayışın. İslam’da böyle bir borç ödeme siatemi vardır diyen, İslam’ın vermek istediği ruhu anlamış değildir. İslam tüm sömürüleri yok etmek üzere gelmişken, sen sana muhabbet besleyerek borç veren kardeşini dahi sömürürsen, sen İslam’dan uzaksın demektir. Geciktirilmiş borç… Biri sana 10 yıl önce 1000 TL borç vermiş ise, sen şimdi 1000 TL borcunu vermekle, borcunu ödemiş olamazsın. İslam’ın esas sikkesi olan altına çevirip ödersen borcunu ödemiş olursun. 10 yıl önceki altın fiyatına göre altın gramajını hesaplayıp bugün aynı gramda altın değerini vermek suretiyle borcunu eda edersen, kul hakkına girmemiş olursun. Lakin karşı taraf hakkını helal ederse, o zaman da tasadduk etmiş olur.
  • Biz diyen esma makâmı itibarıyladır. Ben diyen ise, zat makâmı itibarıyladır.
  • İçindeki “an”a ihanet edip hakka göz yumanlar, batılla uyanmaya mahkûmdur.
  • Kapına geldik bağışlanma diledik… Hediye verdin nurunla biledin… Umutla istedik hasretle rahmetini bekledik… Rahmet yağdırdın hamdınla andırdın…
  • Benlik ile bencilliği bir birine karıştırmayalım. Bencillik haram iken, benlik senin hakkındır.
  • Senin içsel dünyanda Allah’ın adıyla eylem yapmaya başlamanın pratik kodlaması Besmele ile oluşur. Yaptığın eylemi kendi adınla yaptığında zulmani iken, aynı eylemi Allah’ın adıyla yaparsan nurani olur.
  • Benlik bizim ana varlığımızdır. Bencillik ise hastalıktır. Benliğini bırak ama bencilliğini yak.
  • İçinde bulduğumuz kesret alemini baz alarak; “Ben yokum o var” söylemi, “Ben olarak görünen odur” demektir. Bu düşünce sapık bir düşünce olup şirktir. Oysaki sen, sen olarak var edilip yaratılmışsın ve mesulsün.
  • Zati seyr zevk haline erip, tüm âlemleri onun nurunda nurundan nuru olarak bir katre halinde görüp, sonra da tüm âlemleri onun nurunun içinde yok görerek, “bugün mülk kimindir?”, “vahid olup kahhar olan Allah’ındır” sırrını, daha bu dünyada iken yaşayan kişinin, öz seyrinde tüm âlemler silinmiş ve seyir sadece rahmanın olmuştur…
  • Benliğini ön plana çıkarmaktan kurtulamayan kişi, ne yaparsa yapsın manen yüksellemez.
  • Benlik değil bencilliktir yasaklanan. Kurban edilen benlik değil bencilliktir.
  • Besmele, okunan Kur’an ayetlerini yaşam alanımızla bütünleştirmek için bir geçiş güzergâhıdır.
  • Biz beynimizi kullanırız. Beyin asla bizi kullanamaz. Beyin bizi kullansaydı, bitkiden farkımız olmazdı. Bu tüm melekelerimiz için aynıdır. Ruhumuz bunun alt yapısı olarak beyni kullanır. Ruhumuz beyni kullanarak, yaşam ortamına zihni indirgeterek, kendindeki aklı beş duyu ortamına göre kısıtlayıp kullanır. Ruhumuz aynı o şekilde beyni kullanıp kendindeki hafızayı bu dünyamızda kullanır. Aynen bunun gibi ruh, daha bilmediğimiz birçok özelliğini et kemik bedenin organlarını kullanıp bu dünyaya uyarlar. İşte beyni kutsallaştırıp insani özellikleri Allah’tan üflenen ruha değil de beyine vermek, en büyük perdeliliktir. İşte Allah katından üflenen ruhi varlığımızı hissederek yaşamaya başladığımızda, insan olduğumuzun farkına varırız. Yoksa her şeyi beyine verip kutsallaştırarak, ufak bir tanrı yapmış oluruz. Sonra da tanrılaştırdığımız beyin ölünce de, ahu vah ederiz de, bizim mıntıkamıza uğrayacak olan da olmayacaktır. Zaten her şeyi beyin yapar diyenler, insanı da robot yapmışlardır. Artık tüm insani duygularını da yitirmişlerdir.
  • Günlük olarak Besmele okumada bir ölçü yoktur. Herbir bir fiili yapmaya niyet ettiğimizde, hatırımıza önce besmele düşmeli… Sonra da yapacağımız fiil zuhur etmeli… Öylece bencillik şuuru gitgide zayıflayıp söner. Öylece mülkün sahibi Allah olarak şuur dünyamızda hissedilmeye başlar…
  • Ben deyip şımarmam… Yapanın kaydında kalmam… O kayıt dahi beni geri bırakır, saplanmam. BeniM diye “M” ile bağlarsam bir tabiri, bu tabir meramımı izah yönüyledir, bunu da söyleyem.
  • Eğilen baş hisseder, kime baş eğdiğine… Hakka nazar eden, görür neye nazar ettiğine… Mezar etmez bedeni ruha, bu böyle biline…
  • Kokladığı şeyin kokusunu alan hassas burunlu kişiler, mübarek olup incitilmeye gelmezler.
  • “Sadece benim yolum doğru gerisi sapık” alt bilinciyle yaşamak en büyük basiretsizliktir.
  • Bilmece gibi yazarsın… Bulmaca gibi çözersin… Çözdüğünü yazarsın… Yazdığını çözersin… İşte sen böylesin.
  • Beş duyu çalkantısı kalbin yolunun unutulmasındandır… Allah’a ermeği maddi olan beş duyu âlemîne indirgemek, fenayı ve aşkı burada aramak kadar derin bir sapıklık olamaz.
  • Bir bilgi Kur’an, sünnet ve yaşam alanının mantığına ters ise, o bilgi bozuktur.
  • Bahri ummandan gelen katreler her zaman aynı yağmaz.
  • Yüz saidin çözemediği muammaya soyunmak, elbette akıl kârı değildir. Akıl asla çözemez. Aklın ötesine geç ve adımları izle. Sakın fikir yürütme. Yoksa bir adım dahi basmadan düşersin. Haydi, Bismillah de… Bir ağaç gibi yüksel…
  • “B sırrı” bir sırrı mutlaktır ki, ancak Elif Ba okuyan ona doğru yol alır. Gerisi nal toplar. Elif Ba okumadan B sırrını okudum sanma. İslam’ı bilmeden Allah’ı bildim deyip yanma.
  • Bir başka açıdan “leyl ve kadr”. Burada leyl ve kadr konularına da az değinelim. Leyl, hiçbir düşüncenin kalmadığı “an”dır. Kadr ise, bu halden sonra doğan sonsuz sınırsız ekberiyet güneşidir. Şimdi bizde rububiyet mertebesi işbaşındadır. Dolayısıyla esmalar bizde sınırlı halde işlevdedir. Biz tüm benliğimizden geçip içsel rububiyet dokumamızı, az bir süre için dahi olsa kapatırsak, Leyl hali yani ışıksız hal oluşur. Sonra da Allah, sonsuz ve sınırsız esmalarıyla semamıza tecelli eder. Müthiş bir sıkışma hali oluşur. Buna da “kadr anı” derler. Seksen yıllık semere hâsıl olur. Elbette ki bu hal, her an oluşmaz. Şevk ve muhabbetin doruğunda olana Allah lütuf eder. Bu hal, daha çok Ramazan ayında oluşur. O yüzde de Ramazan’da arayın denilmiştir.
  • “1000 yıl sonra şu an” acaba neredeyiz? Unutmayalım ki; “1000 yıl sonra şu an” elimizde olmayan şeyin, şu anda da hiç bir değeri yoktur.
  • Babası veya soyu ile övünene, “Selam” deyin gülümseyin ve oralı olmayın. Yolunuza devam edin. Çünkü her bireyin ameli kendinedir.
  • kadar bilgi kirliliği yazıldı ki, artık kalb nereye yöneleceğini şaşırdı. Zira “yarım mı?” “Tam mı?” artık kestiremez olundu. Çünkü biliniyordu ki yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder… Hakikatini…
  • Batında diyar diyar gezip cirit atanlara sakın kanmayın. Perde bir açılsa, durumlarının karagöz oyunu gibi olduğunu görürler.
  • Aslında bühl olmak şudur ki; yaptığını inanarak teslimiyetle yapmaktır. Yoksa bühl aptalca bir yöneliş değildir.
  • Benliğinizi kimseye teslim etmeyiniz. O Allah’ın malıdır.
  • Besmeleyle çok kısa olarak şöyle deriz… Sıfatları Rahman ve Rahim olup mutlak adı Allah olanın bende yarattığı güç ve kuvvetle şu anki işe başlıyorum…
  • Ben nerede doğmuş olsaydım olaydım aynı olacaktım. Belki başka yer, içer ve giyerdim. Aynı ben, gene aynı olacaktım.
  • Ten yani afak; senin ben’liğinin dışındaki her bir şeydir. Afakına daldıkça, ben’inden uzaklaşırsın. Ben’inden uzaklaştığın kadar da, rabbinden ırak olursun.
  • Yanlış zikir formula; “ten”i “BEN (ene)” zannettirir. “BEN (ene)” den mahrum kalan, teni “BEN (ene)” sanır. “Ten”de kalan, “BEN (ene)”ye varamaz. Zikir seni “ten”den alıp sana verir.
  • Bilmeyen kişi bostanı dağa çevirir. Dağı ova sanır.
  • Ne yol, ne de yolcu değilsin… Rahmet-i Rahman’a susamış ben’sin… Gittim bittim de diyemezsin… Hakka rucu et, halk hak ile seni an’sın.
  • Bekleyen bekler de bekler… Yorulur diz üstü çöker. Bekleyen bekleye durur… Beklemeyen eren olur. Beklentiye kapılarak bir şeyler yapmak seni yolundan eder. Çünkü orada sen varsın. Sen varsan, içsel amelinle bütünleşme olamaz.
  • Kredi kullandırıyorum diyor bankacı… Demiyor ki; sana vereceğim paranın faizinin hesabını tutuyorum. Çünkü öyle derse, muhatap tiksinir ve uzaklaşır. Çünkü Allah’a iman iman etmiştir.
  • Şimdi… “Ben” ortadan kalkarsa… O zaman niye yaratıldı. Demek ki öyle düşünceler sakattır, sakat düşünceye uyarsak sakat oluruz.
  • Örneğin; “Ben” portakal yerken, kendini beden sayan ruh, tatmin olur. Öylece hakikatini unutur.
  • İşte; “ben”de varım düşüncesi, egoya mahkûm kulların bakışıdır. İşte buna bencillik derler. Eğer ki maksadın, “ben”de varım değilse; işte o zaman, hakkın sahibine hakkı, hakkına riayet ederek teslim et…
  • Beyin sadece insanda yok ki. Her hayvanda dahi beyin vardır. Esas olan kalıbın üzerinde yüzdüğü denizdir. Bu da sadece insana hastır.
  • Beyin sadece bir araçtır. Beyne kutsaliyet atfetmeyin. İslam, kalp der. İmanın kalbte olduğunu der. Materyalist düşüncedekiler beyne kutsaliyet vere vere millete kalbini unutturdular ve insanı duygusuz birer robot gibi yaptılar. Bunun vebali ağırdır. İmanın merkezinin kalp olduğunu duymadınız mı? Artık uyanma vakti gelmedi mi? Umarım gelmiştir.
  • Bizdeymiş tüm tohumlar… Öyle der tüm arayanlar… Bunu tasdik eder erenler… Erenleri mest ederler… Esma zikri senin ilacın… Onunla uyan, hak olsun amacın… Onunla gün geçir, onlar senin malın… Onunla uyu ki, sana senle sende sen olarak yeşersin tohumlar…
  • Basiret, et gözle görünmeyeni görünür eder.
  • İstersen bedenini mumyala, istersen buzla, istersen yak, istersen toprağa kat, ölümle beraber ruhun başka âlemde olacaktır. O gün yer başka yer ve gök de başka gök olacaktır.
  • Esas olan kişinin sanal benliğini öz benliğin rengiyle boyamasıdır. Ayetin emri budur. Yoksa sanal benliği öz benlik yapmak değildir ki, bu zaten muhaldir. Ben bilinci sahibi olarak, sanal benlik hep olacaktır.
  • Balın tadının verdiği haz bilinmeden, bal aranmaya çıkılmaz. O yüzden bal tadının hazzını, bazen serper hak yoluna revan olanlar.
  • B harfinin sırrı sadece rububiyette geçerlidir. Tarihin birçok devrinde; Rububiyeti uluhiyyete monte edip o şekilde bakanlar ise, birçok olayı yanlış anladı. Yanlışında ısrar edince ise, birçok sapık ekol içinde kendisini buldu. Hem kendilerini hem de takipçilerini saptırdı.
  • Aynı anda iki kişi taç atışı kullanılırsa… Demek ki birlik çoktan elden gitmiştir. Futbol işte… Aslında tüm hayat öyle… Birlik yoksa dirlikte yoktur.
  • Bal arısı gibi isen, bal yaparsın. Yaban arısı gibi isen, gevezelik edip bal arılarını üzersin.
  • Bekabillah zikir halidir. Fenafillah ise, tesbih halidir…
  • Bilmek sadece doyum getirir. Asla tatmini vermez. Doyum ve tatmin ayrı ayrı hasletlerdir.
  • Sırlı ilim yoktur. İlmin kendisi Allah’ın sırrıdır. Allah kendisine yönelene ilminin yolunu verir. Allah’a yönelemediği için ilmin yolunu edinemeyen ise, edinileni sırlı addeder. Oysaki her imanda ihtisaslaşanın erdiği yol aydığınlığı aynıydı. Ama değerlendirme farklıydı.  İmanda ihtisasın kısılması kadar da, ilim kendisine perdelenmişti.
  • İnsan beyni aldatır insanı. Olanı değil, görmek istediğini gösterir. O yüzden de kalbinin sesini dinle denilmiştir.
  • Bilmek doyum vermiş ise ve buna rağmen eksik hissedip tad alamıyorsan, bir yerde sakatlık var demektir.
  • Bir yerde kopartılan bir bağ oluştu da insanlık kuyunun dibinde mahsur kaldı. Acaba ipi kopartan kimdi ve nasıl kopardı?
  • Onca bedensel rahatlık yanında neden kalbin huzuru kaçtı? Neden insanlık hayal dünyasında tatmin olmaya terk edildi?
  • Berzah cenneti veya sonsuz âlemlerdeki cennetlere ancak istenildiği gibi kulluğun gereği olan fiilleri yapmakla ulaşılır.
  • Ben kimseye tapmam. İyilik yapanı da unutmam. Şükür ederim rabbime, hem nimete vesile olanadır duam.
  • Bizim bedensel atamız ne “maymun/kırade” ne de “Neandertalsin”dir. Bizim atamız Hz. Adem aleyhisselamdır. Ne yazık ki bazısı, Hz. Adem aleyhisselamı değil de ata olarak “maymun/kırade”yi tercih eder. “Maymun/kırade”yi sıfırdan yaratan Allah, Adem’i yaratamaz mı? Bu ne kıt düşünce… Hayret ki ne hayret…
  • Zaten B harfinin içerdiği içsel mana döngüsü yani sırrı çözüldüğünde, gerisi tüm mana perspektifleri çok daha kolay ve hızlıca anlaşılır. Elif’in üstü ve altı ince olur. Çünkü A’ma dan bilinen sadece odur. Tüm zuhurat onun kuludur. Yolun onun yoludur.
  • Hafızası en güçlü varlık balıktır. Balığın beyni hemen ölmeyip, zihin ve hafızası yakalandığı andan 72 saate kadar, başından geçen her şeyi görüp kaydedip etine yansıtır.
  • Bize der ki; sen ahreti iste… eee… Bakarsın kendisinin dünyasında gıdım eksiği yok. Vay şarlatan seni vay… Öyle diyene; “Bizi avutacağına kendine baksana…” deyin.
  • Her birim kendisine ait olan öz ismi azam ile faaliyettedir. İsmi azam’inin farkına varan, kendi öz sistemini okumaya başlar.
  • B-ismillah ile nazar edenin önünde engel kalamaz. Rab B-ismillah ile başlamayı kolaylaştırsın.
  • Besmeleye başka bir bakış açısı… Besmelenin başında “BA/ب” harfi yer alır. Sonrasında da “SİN/س” ile “MİM/م” harfleri yer alır. “SİN/س” ile “MİM/م” harfleri arasında da uzunca bir çizgi yer alır. Sonra da Allah ismi yer alır. Besmelenin başını harf bazında düşündüğümüzde, bir anlamı da şöyledir; “SİN/س” harfi insana işaret eder. “BA/ب” harfi ise, bir çok anlamı kelimeye katar. “MİM/م” ise, Nuri Muhammediyeye işaret eder. Şimdi topluca anlamını düşünelim; Ey insan, kendinde var edilen kuvvet ve kudreti tespit et, “SİN/س” ile “MİM/م” harfleri arasında da uzunca yer alan çizgi gereği, gerekli olan yolu tut ve Muhammedi Nur’a ulaş. Sonrasında ise, Allah’a olan likanı tamamla…
  • Bedensel fenayı veya ruhsal fenayı “öze açılan kapı olan fena” zanneden, bekaya açılan şuur fenasını nereden bilsin ki…
  • Et kemik bedenin her dürtüsü sahtedir. Uzaklaşmak ile yakınlaşırsın. Yakınlaşırsan uzaklaşırsın.
  • Bazı insanlar ihtiyarlaşınca bebekleşir… Bazısının ise, bakışları daha da keskinleşir.
  • Gerekli çalışmayı yapacağız, hedefimiz ya baki entel baki olacak, ama beklentiye girmeyeceğiz. İşte o zaman manen yükselişe geçeriz.
  • Beyne beyne olanların yakaları bir araya gelmez.
  • Madem batılın batıllığını ispat edeceksin; O zaman keskin sınırlarını belirleyerek ispatlayacaksın. Yoksa boş boş terennüm eyleme, yanılgıda kalırsın.
  • Bilmeyenlerin değirmenini Allah çevirir. Çünkü onlar kendilerini bilmiyorlar. Onu biliyorlar ve teslimdirler.
  • Hiç bir istek ve beklenti içinde olmadan çalışacaksın. İşte arınıp ulaşmak isteyen için öylece açılır tüm kapılar. Haa unutma, bu şuursal temizliktir, tabiki dünyevi alış verişin bakidir.
  • Bilinç arı ve doru… Bul buna giden yolu… Ol sadece Allah kulu… Gör artık ondan yansıyan nuru…
  • Besmele okuduğunda kul; Allah’ın gücünü ve kuvvetini yanında hisseder.
  • Önce Allah’ı bilmek gerek. Sonra insanı bilmek gerek. Sonra da onun yaratım fıtratından dem vurmak gerek.
  • Sen bedene bakma. Ruhun neredeyse oradasın. Yazın kışı, kışın yazı yaşayabilirsin. Sen muazzam bir yapısın.
  • Herhangi bir kişinin bilinci Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin anlatımından işine geldiği prensipleri alır da hoşuna gitmeyen prensipleri beğenmez ise ve arka plana iterse, işte o kişiler ateşten bir gömlektirler. Sakın ha giymeyin. Böyle kişilerin yazdıkları eserler okununca, bizim bilincimiz onların bilinciyle dirsek teması kurduğu için, kişi hiç farkında olmadan Muhammedi bilinçten uzaklaşır. Çok kişi vardır ki, isim zikretmeden; Kur’an ve hadisten işine geleni alır, işine gelmeyeni ise bir çeşit tevil ederek kendine uydurur. Dikkat edin ki Muhammedi nurdan uzaklaşanların eserlerini okuyanların, ayırım olmaksızın tümünün zihinlerinin allak bullak olduğunu hayretle temaşa edersin.
  • (Bakara süresi 17. Ayetten farklı bir bakış) Muhammedi nakışla nakışlanmayanların durumu, bir ateş yakmak isteyen kimsenin durumuna benzer. Ateş, çevresindekileri aydınlatınca Allah, nurlarını gideriverip kendilerini karanlıklar içinde bırakır. Artık bunlar görmezler.
  • Allah boyasıyla boyananların her anı başka bir an olur. Çünkü O, her an yeni bir şandadır. Bunu bilmeyen ise, olaya anlam veremez.
  • İnsan bekâ dairesinde yer aldığı için, eğer gereği gibi yaşamazsa, Allah’tan mahrumiyetin helakini yaşayacaktır. Bu ise ekber azaptır.
  • Bayram, hak diyarında İsmail misali kurban olup hakka yakınlaşması ile bayram olur. Bayram, kişinin özüyle barışmasıyla bayram olur. Bayram, ailenin tek fert olmasıyla bayram olur. Bayram, akrabanın yakın olmasıyla bayram olur. Bayram, komşunun yakın olmasıyla bayram olur. Bayram, köyün tek vücut olmasıyla bayram olur. Bayram, mahallenin birlikteliğiyle bayram olur. Bayram, şehrin yekvücut olmasıyla bayram olur. Bayram, ülkenin bütünleşmesiyle bayram olur. Bayram, dünyanın ferd olmasıyla bayram olur. Aileden başlayacağımız ferdiyetin tüm dünyada zirve yapması ile de bayram hedefine ulaşır.
  • Kişinin basireti kapalı olduktan sonra, üçüncü gözü açılsa ne olur, açılmasa ne olur… Bir çok Hindu veya Kabala inancında olanın üçüncü gözü açık… Ama ölüm ötesi zerre faydası olmayan lakırdılar… Yani boş işler…
  • Bedenini kabri edinmiş, zahmet edip “lahd”ına dokunmuyor, zannediyor ki telkinle rabbine, kitabına ve nebisine erecek. Seni gidi hazır lokmacı seni…
  • Hakkın yolunun şifreleri “BEN”de çözülüdür. “BEN”de marifet, göze sürülüdür. Not: “BEN”, kişilik bilinç noktasına denir.
  • Kapalı sandık gibi olan altbilincinin içinde bekleyen öz kuvvelerini, üstbilincine çıkardığın kadar günışığına çıkmayı bekleyen tohumlar senle buluşur. Değeri bilinmemiş bir define işte ta özünde saklanmıştır. Bu et kemik bedenin zevkleri senin zevklerin olamaz ey kardeşim… Soracağın her sorunun cevabı sende saklı, yeter ki yeşertmek için zikir, tefekkür ve şükür ile gereken çalışmaları ihmal etme. “Ben”ini keşfettiğin kadar mutlak “ben”i tanırsın. “Ben”ini keşfetmezsen yani enfusunu hissetmezsen, afağı anlaman mümkün olamaz. Birbirimizi en iyi tanımak için, önce kendi “ben”imizi iyice tanımak zorundayız. Kendi “ben”ini tanıma uğrunda bir arpa boyu yol almamışken, herhangi bir şeyden zevk almamız mümkün değildir. Kendimizi tanımadan iç huzurumuzun olması mümkün değildir. İç alemimizin geldiği kaynak olan Allah’ın ilmindeki yerimizi ancak zikrullah ile anlamamız mümkün olur. Bu anlama ile kalbimiz tatmine ulaşır.
  • Bazen bazı kişileri gördüğümüzde veya bir yere gittiğimizde deriz ki; “aaa ben bunu daha önce görmüştüm”. Olayın aslı şudur… Alt bilincimiz olarak hepimizin her hali evrensel planda yazılmıştır. İşte o his anları var ya, beden etkisi zayıflar ve alt sezi planı olan mutlak bilinç hafızası kişiye açılır. Buna halk arasında Levh-i mahfuzu okudu diye, anlatıla gelir. Bu durumlar uykuda olabildiği gibi, kişinin ruh gücüne göre uyanıkken de olabiliyor. Ruhen yakın olduğu kişileri orada temaşa eder veya eski zamanları seyir eder veya ileri zamanları seyir eder veya hiç tanımadığımız insanlar ile orada iletişimde olabilir. Sonra kendi dünyamıza dönünce, o haller belleğimize kayıtlanır. Ama genelde o hali unutuveririz. Sonra diyelim ki, geleceği gördüğümüzde, o muttali olduğumuz vakit gelince, hemen deriz ki, “aaa ben buraya aşinayım” veya tanımadığı ile görüşünce veya hasbelkader karşılaşınca der ki, ben bunu bir yerden görmüştüm. Tarikatlarda dervişin mürşidini rüyada görmesi de öyledir. Kendi ruhuna yakın öğreticiyi gördüğünde der ki, ben bunu önceden görmüştüm. Aslında olay, beden etkisinin azalıp bilincin ruh üzerinden uzanıp o kişi veya olacakları Levh-i mahfuzda başka adıyla mutlak bilincin hafıza kayıtlarının seyrinden başka bir şey değildir. Olay kısaca böyledir.
  • Akıttığın suyun berrak ise, suyunun reklamını yapman icap etmez. Zaten suya susayan çeşmesini bulur. Yoksa benlik karışır ve bulanık eder.
  • Bizde yani insanlarda nefsin mahiyeti… Bedenimiz ile oluşan benliğimiz ve benliği oluşturan nefis. Bedenimiz ile birlikte ikinci bedenimiz ve bu et kemik bedenle iç içe girmiş ve et kemik beden tarafından oluşturulmuş ruhumuza, bu et kemik bedeninin tüm duyguları, düşünceleri, sevgisi, nefreti, ananesi, kini, nefreti, velhasıl her şeyi birebir kopyalanır. Şu anki nefis tarafından açığa çıkan benlik duygusu birebir ikincil ruh bedenimizi kuşatır. Nefsimiz, sahip olduğu bilinç ile ve ben merkezli şuur ile, bu et kemik beden öldüğünde, aynısıyla ve kesintisiz olarak, ruh beden dediğimiz yapı üzerinde, yaşamına devam edecektir.
  • Beynin kişilik merkezi olduğunu düşünmüyorum… Beyin, şu anki et kemik bedenin içindeki fonksiyonlarını düzenleyici bir organ. Kalbin ölümünden ve ruhun bedeni terk edişinden sonra da varlığını yitirecek ve hatta bedenin ilk çürüyen bölgesi olacaktır. Beyin ölümü aslında yoktur, ruhun kalbi terk edişi vardır. Zira beyin kalpten önce ölse idi, hızlıca çürümeye mahkum olurdu. İşte kalbi ve beyni hem tüm organları yöneten ve bilinç aşılayan, ruhtur. Bu ruh, Ruh-ul kudus diye bilinen ruhtan varlığını alır. Ruh-ul kudus, bedeni diri tutarken ve bedene bilinç aşılarken, aynı zamanda bu et kemik bedenin ölümünden sonra devam edecek ikincil astral bedenimizi de, bu bedenin birebir kopyası olarak meydana getirir. Bu bedenin her bir faaliyetinin ikincil bedenimize kopyalanmasını da sağlar. Aynı iki bedenin iç içe yaşaması için de enerji pompalar. Azrail’in görevi, Ruh-ul kudus ile et kemik bedenin irtibatını kesmektir. Sonra ise azap ve rahmet melekleri iş başındadır. Eğer iman ehli ise, astral bedene geçiş yapan kişiyi alıp götürür. Eğer azap ehliyse, astral bedenini azap melekleri alıp götürür. Yani et kemik bedenin tüm fonksiyonlarını Ruh-ul kudus yükler. Kişi, iradesine göre de ruhul kudusun şiddetini kendisinde hisseder ve amel de bulunur. 
  • Ben zaten biliyorum diyen ve fehmini algılamaya kapatan, mühürlenenlerin ta kendileridir.
  • BA/ب ‘yı unutan kendini elif zanneder. Ve yok olmaya yol alır. Kur’an bir bütündür ve sünnetullahı açıklar. Anlamaktan geri kalan, arkadan nal toplar.
  • Eğer BA/ب harfini musahabe anlamında alırsak… Ğaybıyla birlikte olarak îmân edip, yani müşahede ettiği benliğinin bir deruna sahip olduğuna ve bu derunu asla göremeyeceğine, kendisi ile ğaybının yani derunun asla ayrılmayacağına iman edip o bilinçle namazı/salatı ikame ki; dikkat edersek, ğayb ve salat kelimelerinin bağlandığı fiillerde, cem’i ğayb fiilleri olduğu görülecektir. O zaman kitabı okumaya ilk adımı atmış oluruz.
  • BA/ب harfi üç manaya gelir. “İstiane/yardım”, “musahabe/beraberlik”, “mulabese/giyilen” elbise “B-il ğaybi” birleşimini idrak, kitabı okumaya giriştir. Ğayb algılanması mümkün olmayandır. Acaba ne ki ğayb? Hele bunu BA/ب ile okumak.
  • B-ismillah diyerek başladık yazmaya. B-ismillah her sürede devam etti yer almaya. Rahman ve Rahim’den ulaştı deryaya. Elif Lam Mim ile ilk ayet ulaştı bu dünyaya.
  • Ey beni ben yapan huu… Yolum nimete erenlerin yolu olsun ya huu… Nimete erenlerin yolunu bulamayan, nimete erenlerin yolunu bulup da sapan, kişilerin yolundan koru ya men huu huu… Amin… Fatiha’nın sonu böylece bitiyor…
  • Herhangi bir kişinin, insanlığa bir hakikatin ulaşmasında basamak olması, o kişinin iyi biri olduğu anlamına gelmez. Bazen Allah, iman etmeyen birinin eliyle de dinini yüceltebilir, hadisini Unutmayalım.
  • Budistler yaptıkları aşırı riyazetle tüm beşeriyete ait duyguları terk edebiliyorlar. Nirvana’da yok olma dedikleri noktaya kadar geliyorlar. Ve orada tıkanıyorlar. Çünkü Nirvana’nın üstünü bilmiyorlar. Hâlbuki Nirvana kişinin kendini tanıması için sadece bir aynadır. Birçok olağanüstü şeylerde yapabiliyorlar. Bunu da Buda’dan biliyorlar ve önüne eğilip tapıyorlar. Tıpkı Hıristiyanların haçın önünde eğildikleri gibi… İşte Allah’ı bilmeyenin daha doğrusu mutlak zattan habersiz olanların ve Allah ismiyle mutlak zatın kendisini yarattıklarına tanıttığını fark edemeyenlerin sonu… Bir yaratılmış önünde el pençe durup tapma… Aynen bu olguları Müslümanlar arasına da sokup uyarlamak isteyenler vardır ve yapıyorlar. Bu durumdakiler şeytani cinlerin derin etkisi altındadırlar. Kendilerine hangi dinin adını takarlarsa taksınlar. Sakınmak gerekir. Unutmayalım ki, FENAFİLLÂH daha işin başıdır. Geçmeyen taparda durur. Geçen kulluğunun farkına varır.
  • B-ismillah ile başlatır Kur’anın hitabını. Rahman talim etti Kur’anın fermanını. Rahim varlığı varlıktan üretti bize verdi adını. Hamd ile kendisiyle buluşturdu tüm varlığını.
  • Biyoenerji dağıtıyor diye bildiğimiz tüm şifacılar, bu işlevi nari katmanın etki alanıyla oluşturur. Reiki ve benzeri tüm oluşlar da aynen öyle… Bu etki anında ise, cinler çok hızlı işbaşı yapabilirler. Cin derken kimlerden bahsettiğimizin farkında değiliz. Onlar nari katmanın asli konuklarıdır. Bir biyoenerjinin Rahmani olduğunun en büyük belirtisi ise, o işi yapanın sünneti seniyyeye bağlılık noktasıyladır. Eğer kişi; İslam’daki helal ve haram çizgisine dikkat etmiyorsa ve diyorsa ki, “ben Rahmani enerji veriyorum”, o yanılıyor ve yanıltıyor. Kendisini onun eline bırakan ise, akıntının oluşması için; anlık faal edilen nari katman kanalı üzerinden cin musallatına maruz kalır. Rahmani enerji ise, ancak Rahman’ın dostlarından gelir.
  • Kalbimizin derinliğindeki beytullah olan saraya sabırla ve cehdederek inip hakikat yolculuğunu nihayete erdirebilirsek… İşte o zaman başarı tamamlanmış demektir. Ya rabbi, bu yolda samimiyet ve başarı ihsan eyle…
  • Bilenle arkadaş olursun. Kimsenin huzurunda el pençe bağlayıp onun huzurunda eğilmeye gelmez mü’min. Çünkü her şey masivadir mü’min için… Çünkü sahabe arkadaş oldu Resul-i ekreme… Kim var ki Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden büyük. Aç gözünü arkadaş. Bul kendine bir haldaş. Ve onunla yaklaş.
  • Balık suyu göremez ve bilemez. Biz de kendimizden habersiz yaşarız. Onun için bazıları kâmil bir mürşit lazım demişler. Hatta hatta bazıları demişler ki, şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır. Bazıları da demiş ki, ilim iki kişi arasında oluşur. Evet, bizde deriz ki, bir bilenle arkadaşlık şarttır.
  • Her kişi Rabbi hassının ahlakı üzeredir. Asıl olan bu durumdan kurtulup Rabbu-l erbab ahlakına boyanmaktır. Boya korunup yenilenmezse, zamanla güzelliği kaybolur.
  • Boyanmak… Bakan gözü oluyor ama gözü olmuyor. Duyan kulağı oluyor ama kulağı olmuyor. İşte onun boyasıyla boyanan, kişiden seyir eden o oluyor, ama kişi o olmuyor. Bu nasıl oluyor dersen, işte nasılı yazılırsa, o da masal olur.
  • Boyanmak şudur ki; bakış aralığımızı kullanarak bakışımızı bir minval üzeri canlandırmak… Bu boyama “dikkat edin olma değil, boyama” sonucu bakış açımız değişir. Allah der ki, bunu benim boyamla boyayın. Allah’ın 99 esmasından her biri ayrı bir özelliktir. Bu özelliklerle boyama işini yapar ve boyayı zikirle, oruçla, nefsin isteklerinin tersini işlemekle sürekli canlı tutarsak, Allah’ın razı olduğu yani seyrine açtığı bir ayna oluruz. Ama şeytani hissiyatlarla şuurumuzu donatırsak, Fatiha süresinde belirtilen mağdub ve dallin kesime gireriz.
  • Boya-posa, makama-mevkiye, zenginliğe-fakirliğe, erkekliğe-kadınlığa, büyüklüğe-küçüklüğe bakarak birine kapımızı kapatırsak, çok şeyden mahrum olabiliriz. Çünkü lahut-i sürprizin bize nereden hitap edeceğini hiç tahmin edemeyiz. O yüzden eskiler demişler ki; her gördüğünü Hızır bil…
  • “B/ب” harfi sırrının dereceleri vardır. En mahrem olanı lâhut-i den bakıştır. Lahut-i bakışta; “B/ب” harfinin altındaki nokta olmaktır.
  • Buluşmak hakla buluşmaktır. Beni gören hakkı görmüştür prensibine binaen, nebilerin varislerini görmek, kişiyi hakkı görmüş gibi hoşnut eder. Çünkü O (sav) insan-i fıtratın bizzat hakkını vererek, yaşam alanında yer edinmiş ve insanda seyir edilmek istenilen insan-i hakkı mutlak surette eda ederdi.
  • Belki BİR vakitten sonra artık insanın buluşması geliyor. İşte o vakit anında tüm iradeler sukut eder. Mutlak tecelli zuhur eder.
  • Kimsenin boyunduruğuna değil… Gönlümüzün sesine kulak veririz. Öylece adım atar ve sesleniriz. Sadece Allah’a kul olup gayrisine asla rücu etmemek üzere Rahman’a veçhimizi çeviririz. Gayrı bir unvan ile bizi ananlardan ezelden ebede beriyiz.
  • Kaynaktan beslenenlerden berrak haykırma görülmektedir. Bu da insanı mutlu etmektedir. Berraklaşan nesillere kavuşmak ümidiyle…
  • “Ben yaparım” veya “ben ederim” deyip de, Kur’anın deyimiyle “biz” demeyi unutandan umutlanma. Lakin nefsini izah için de “ben” değil de “biz” diyerek gurur yapanı da umursama… Her kelam yerinde güzel… Gerisi kalbi üzer…
  • Bir babanın çocuğuna nasihati… Top sende; İster çalış ve hayaline ulaş… Veya hayallerde dolaş… Ver boş uğraş… Boş boş dolaş… Ol yavaş… Nefsinle savaş… Hakka yanaş… Hakla ol yoldaş… Ağızlarda olma lavaş… Kendini tanı, kendine yanaş… Büyüklerine danış… Geçmişten geleceğe yap geçiş… Hayatın olsun hoş… Olmasın bom boş… Kimse demesin çüş… Hakka doğru coş… Durma durma koş…
  • Bana benden giden yol… Ne olabilir ki? Besmele… “B-ismillahi-r rahmani-r rahim”… Bize bizden giden yolun tüm sırrı işte burada…
  • Bismillah ile nazar edenin önünde engel kalamaz. Rabb terbiye eylesin ki; Bismillah ile başlamayı kolaylaştırsın bize hak. Öylece halk içinde hak ile hak olarak hakkı hak edelim. Lakin o halde bile bil ki; hak senden münezzeh…
  • Gizli hazine, perde arkasında “tabiri caizse” sanal bir ben oluşturarak gerçek beni seyir etmek istedi. Sanal ben, ebeden var kalacaktır. Aslında perde “Sanal ben”dir. Hep var olacaktır. Şu var ki, sanallığı çok çok şeffaflaştıra biliriz. Hakikatini Allah bilir. Olay ne? Demeyin… Anlayan anladı…
  • Bismillah yaşanılmadan yapılan işler insanı şirk-i hafiye iter. Sahiplenerek bir işe yönlendirme insanı şirk batağında boğar. Bismillah’sız en fazla kişi panteistlikte kaybolur gider. Bismillah da ise, mutlak muhabbet vardır. Bismillah da fenafillâh vardır.
  • Bizler birbirimizi bağımsız birer varlık gibi görürüz. Çoğu defada bu illizyonik görünüme göre davranırız. Sen ben kavgalarını başlatır ve savaşlar yaparız.  Nasıl ki perdeye yansıyan Hacivat Karagöz objelerini salondakiler bağımsız birer figür olarak görüp keyif alırlar. Ama siz, perdenin arkasında oluşturulan ışın huzmelerini görürseniz, dersiniz ki; “Çok komik hiç gülesim gelmiyor” Ve salondakiler içinse; “aptal aptal gülüyorlar” dersiniz. İşte olayı mutlak olarak seyr eden; perde arkasını seyir edip bizlere “ne aptalca davranıyorlar” derler. “Her şey Allah’ın; bunlar ise kendilerini sahip sanıyorlar” Diyerek RAHMAN RAHMAN şeklinde mırıldanmaya başlarlar. Bu yazının kanıtını isterseniz, şöyle derim; “ol da gör” başka da izahı yoktur.
  • TOPRAK Altına terk edeceğimiz bedenimize nasıl da konforlu bakım yaptırıyoruz. Topraktan süzülüp gelen nimetlerle özene bezene besliyoruz. Topraktan süzülüp gelen yataklarda bir o tarafa bir bu tarafa kıvranıyoruz. Topraktan ürettiğimiz silahlarla bir birimizi tehdit edip öldürüyoruz. Toprağı işlet işlet sonrası… Evet, sonrası çok önemli… İşleterek evirip çevirdiğimiz toprak, bedenimizi içine alacak ve kurda böceğe takdim edecek. Neymişiz ya…
  • Gel ey nefsim… Toprak bu bedenini kurda böceğe takdim etmeden, sen direksiyonu eline al ve topraktan oluşan bu bedeninle nuruna nur kat.
  • Gökten ne yağdı ki yer kabul etmedi. Her biri birer yaratık olarak yaratılan her bir yaratılan için, gök gibi olmazsak, Allah’ın boyasıyla boyalandık hikâyesini unutalım…
  • Her insan her şeyi bilecek diye bir şey yoktur. Günahsız olan kul da yoktur. Bir insan bir hata yaptı diye, onu boş vermekte yoktur. Bir insan güzel bir iş yaptı diye, o insana tapmak da yoktur. Allah kuluyuz, budur işte nişanemiz…
  • Biz onunla varız. Onun adı slogan değildir. O yanı sıra başka müstakil olan bir güç sahibi olan bir birey yoktur ki, ona karşı onun adını bağırıp çağırıp slogan yapalım. Onun yolu sessiz sedasız oluşan bir hayat tarzıdır. Öylece âlemlere açılan Deyyan’i Burhan’dır.
  • Herkes yapıyor bende yapayım mantığı, çok kirli bir düşüncedir.
  • İnsanın katlarcası cin yaşar dünyamızda. Onlarla aynı ortamda kalmamak için hem de onlarla aynı ortamı paylaşmamak için, özellikle şunlara riayet etmeliyiz. “Evde pişmiş olan etten ayrılmış kemik ve soğan kabuğu bulundurmamalıyız”. “WC ye giderken kâğıt mendil yerine su ile istinca yapmalıyız”. “Tütün mamullerinden uzak durmalıyız”. “Onların isimlerini fazla ağzımıza almamalıyız”. “Her gün az da olsa Kur’andan bir kaç ayet okumalıyız”. “”Beş vakit namaza eman vermeden ve düşünerek kılmalıyız”. “Eve veya herhangi bir kapalı mekâna girerken, B-ismillahi r-rahmani r-rahim demeliyiz”. Öylece bedensel olarak onları yanımıza çekmemiş oluruz.
  • Dün tüm yaşayanlar, bizim gibiydiler. Yer, içer, dolaşır ve uyurlardı. Zannediyorlardı ki yarın kalkacaklardı. Oysaki ecel; uykuda alıp götürdü onları… Allah’ım senden; dünyadan ayrılırken “mutlu bir son ile” son nefesi vermeyi dilerim.
  • O’na O’nun bakışıyla bakan O’nun örtüsünün altındadır. Göremezsin onları… Görsen dahi tanıyamazsın onları… Şayet tanırsan, ulaşamazsın. Ulaşırsan, gittiğin gibi geri dönersin. Hem de mahzun. Açıkta bilinenler ise, tuzu kuru olanlardır.
  • Her şey bizde başlar, bizde biter. B-il kaderi bu olayı anlatır. Her şey bizim iyiliğimiz için. Allah münezzehtir her yarattığı şeyden…
  • Bize bizden yakın. Ama her ne hikmetse gözümüz hep dışarıda arar durur.
  • Bilimin sonunun ilimle kesiştiğini gören ve inat etmeyen kitap ehli salikler… “La/hayır” “tanrıya/ilahe” “İlleALLAH/sadeceALLAH” diyerek teslim olmuşlardır.
  • Beyni ön plana çıkaranların kalbi hasta olur. Kalbi ön plana çıkaranların beyni kalbe teslim olur.
  • Bayramlar kutlanır. Mübarek gecelerde ise, bayramı bayram yapmak için; tüm benliğinle bencilliksiz hakka yönelinir.
  • İşlerimiz bencilliksiz olursa, başarı yüzde yüz olur. Başladığımız işe, bencillik karışınca ise, bizi yarı yolda bırakır. Bencilliksiz bürünüm halini hissetmek için de, her işe Besmele ile başlarız.

Yorum yapın