EDİTÖRLÜK

-L-

  • Enfusi bakış ameli gerektirirken, afakî bakış tartışmayı doğurur. Çünkü enfusta hissedilmemiş ki tatmin olsun.
  • Tek kaldığınızda yalnızlaşırsınız. Bu sizi yalnız olanın rengine boyatması için tanıdığı bir fırsattır.
  • En karanlık an, hak sedasının doğma anıdır. Leyle-i kadr işte bu andır.
  • Hakiki olan hiçbir ZEN ustası, et kemik bedenin zevkleri içinde kör ve sağır olanla arkadaşlık etmez, velev tüm dünyayı verseler de…
  • Kalbimiz evimizdir hem dünyamızdır. Kalbimizde insanların dedikodusu varsa, yani kalbimiz kendi kendine mırıldanıyorsa insanların hal, hareket ve davranışlarını… Meleki boyut dediğimiz Allah’a olan esma kuvvesi boyutu hissiyatı kalbimizden uzaklaşır. Kalbimiz insanlarla haşir neşir olursa, derunun sezintisi bize akmaz. Bu kesin gerçek bir vaziyettir.
  • Hayali rengârenk bir boyutu durugörü ile hayal edip öylece ereceğini tasavvur etmek, çok büyük bir hatadır. Baş gözüyle değil, gönül gözü ile erişilir. Hiç kimsenin ben derken elini başına götürdüğünüzü gördünüz mü? Ben derken el göğse ve kalbe götürülür.
  • İçindeki sessiz çağrıya kulak ver, işte o çağrı sana oyun oynamaz. İşte o çağrı rabbinin çağrısıdır. Vicdan olarak sana sunulmuştur.
  • A’ma artık kın bittiği noktadır. Bu nokta senin rahmet denizindir. Burası uyanışın gerçekleştiği ilk duraktır. Bu durakta duranlar ise, halkın içindeki hakkın sesidirler. Bu sese kulak, çünkü bu sana resulün hitap nakşıdır. Hitap edenler ise, ulu-l elbab olanların taa kendileridir. Geri nefsi emarenin seslenişidir. Uzaklaştıkça emniyette kalırsın.
  • Beklentisizlik geçmişin kirlerini temizler. Bunun bir diğer adı da, geçmişe istiğfardır olup uyumsuzluk haline tövbedir.
  • Yana yana yürüyeceğine, sevine sevine ve heyecanla yürü. Budur uyanışına mutlulukla vesile…
  • Bizim yaşam felsefemiz bireysel gelişim yönüyledir ve bireyin gelişim sahası dâhilindedir. Şeriat veya tarikat veya hakikat veya marifet dediğimizde, bu tümüyle bireysel yaşam itibarıyladır. Yoksa dünya siyasetiyle alakalı değildir. Bazı anlayışı kıtlardan duydum ki, biz hakikate erdik, şeriattaki uygulamalar neyimize? Ya hu, zaten yaşadığın her hal düşünseldir. Zaten şeriata, tarikata, hakikate ve marifete toplu olarak ilmi-hal denilmiştir. Sen hissettiğin manevi seziş halinden sonra, yemek yemeden, su içmeden ve hava solumadan yaşayabiliyor musun? Yaşıyorum diyorsan, yolun açık oldun. Yoksa bil ki, yolun kapalıdır.
  • Gönül dalgınlığının ilacı; gönlünü Allah’a vermişlerin sohbetlerinde bulunmaktır. İşte kişi öyle olunca, doğrusunu görür. Ama bu doğru hep gayriye dokunur. Çünkü gayrı, daha ziyade duygusal takılır. Var Nazım, nefsanî duygudan sen artık sıyrıl. Nefsanî olan duygusal olgular,  oluşur elbet… Sen öyle esir eden duyguları hecele, öylece rahatın olsun ilaa ebed…
  • Dünyevi sonu gelmeyen her kaygı, bilinç olarak kişinin kendisini bulmasını engeller. Gereken çalışmayı yapacağız ama kaygıları terk edeceğiz. Çünkü her kaygı, şeytanın önden yaklaşmasından başka bir şey değildir.
  • Değerlendirmesi bitenin sınavı bitmiş ve seyri başlamıştır. Bu da ancak safiyyede başlar. Aslında içinde olduğumuz her sınavı, öncesinde yaptığımız değerlendirme ile üzerimize çekeriz.
  • …ve secdeye kapanır. Ve sonra da deriz ki; “ya rabbi, ne ben varım, ne de benim isteğim. Sadece senin emrin var. Ve ben sana teslimim”. İşte secdede birkaç saniye tefekkür edilir.
  • Kişi tevhid zikri ile hakikatinin sahibine ulaşır. Esma zikirleri ile de hakikatinin terennümlerini bizzat yaşar.
  • Bazen ani bir tasadduk hamlesi önüne gelir. İçinde çok sırlar gizlenmiştir. O an gönül haydi der. Biraz beklersin ki, nefis seni caydırmıştır. Onun için de, iyilik yapma isteği geldiği gibi, ertelemeden hemen işle… Şeytan, senin heva ve hevesini hem vehmini tetiklemeden… Yoksa hamle kaybolmuş ve sırrın senin hanene inmesinden mahrum kalmış olursun.
  • Bir anda nerede yüzdüğünü çözemediği denizde tam boğulmak üzereyken uzanan rahmet sandalı ile tekrar kıyıya dönüş… Allah yüzdüğümüz denizin yüzeyini ve içeriğini bize seyreylesin. Öylece rahmetiyle muhafaza eylesin…
  • Manevi ilimlere ulaşmanın sırrı sahiplenmeden merakta derinleşmektir. Yani merak ederken, bencillikten uzaklaşan bir düşünceyle salıp dalmaktır. Yoksa tüm edindiklerin; seni sende derinleştirmeden, sana sendeki sedayı seninmiş gibi sana çekip getirir ki… Nefsinde yapacağı açılımın sonu, mutlak bir firavunluğun doğuşu ile sonuçlanmış olur. Oysaki amaç, rabbinin kuvvesiyle kuvvelendiğini idrak etmekti…
  • Lahitiden gelen ruh, et kemik bedenin şuuruyla buluşup nefislenerek bir rüyaya girdi. Et kemik bedenin ölümüyle kaldığı yerden hüviyet sahibi olarak yaşamına devam edecek ve bu dünyada çok değersiz bir hayal; anı olarak onda kalacak. Yani uyanacak… Ve rüya bitecek…
  • Sırf; Allah, hu, hak gibi mücmel zikirler ona götürürken. Tüm Esma-i Hüsna hem ona ve hem de onun insanda var ettiği kuvvelere götürür. İnsan iki yönü keşfetmek için dünyadadır. Yalnız bir yön, kişinin kişiliği kısır eder. Yani hem kendini hem de seni var edeni keşfet ki, keşşaf olasın.
  • Sadece “AN”daki yoğunluğu yaşadığın zamanda algıladığın titreşimlerle dolup taştığın vakit… İşte o an “an”da anlamlanırsın.
  • Tüm benliği ile şükrede tüm kilitli kapılar açılır.
  • Alla sadece kendisini bilmemizi istiyor. Ayrıca verdiği donanımın dahi Farkına varıp kullanmamızı istiyor. İşte buna iman ve salih amel olarak işaret ediyor. Ve ikisi birbirinden hiç ayrılmıyor. Zira diğeri olmadan bir diğeri kişiye müstahakkını tevdi etmiyor.
  • Kişi öze doğru zihinsel olarak inip dalga yapısını hissettiğinde, dilerse bedenini bilincine tabi kılabilir. İnsan varlığı dalga boyu olduğu gibi tüm âlemler de dalga boylarından oluşur. Bunun farkındalığını yaşayan kişi istediği yerde kendisini kesifleştirip gözükebilir. Bunu bilmeyen ise yapanı keramet ehli sanır. Aslında bu keramet değil olayı bilene çocuk oyuncağı olur. Bunu başarmak ise, hak yolunda olup rahmet getiren amellerde devam ile olur. Öyle hayali ve temenni hikâyelerle kendini oyalama taktiği nefsi emmarenin başvurduğu ana enstrümanlardır. Oysa sağlam bir iman ve şaşmayan amelle kişi rabbine vasıl olur.
  • Kişi öze doğru ilim yolcuğu yaparken, eğer az bir kabiliyeti varsa, kesinlikle danışacağı bir üst ilim sahibi olmalıdır. Kibrini yenmeli ve sürekli danışıp ona göre kendi sağlamasını yapmalıdır. Yoksa asıldığı dalı hakikat kabul edecek ve tüm senaryosunu onun üzerine inşa edecek. Oysa aldığı ufak bir his idi ve hakikat bahçesi çok ötedeydi. Zaten tüm sapkın fırkalar bu şekilde ortaya çıktılar. Önderleri ise, ضdal ve muضdil oldular.
  • Uzattıkça uzatarak okuduğun hasret türküleri veya kasideleri öze doğru titreşimi uyandırdığından, özüne duyulan hasretin gıcırdaması oluştuğu için, kişi kendisinin derinlere daldığı hisseder. Bazen de göz yaşı döktüğünü görür, ama kaynağını anlamaz.

Yorum yapın