HEDİYELEŞME, BAĞIŞ VE SADAKA

Hediyeleşmek muhabbeti arttırır. Hediyeleşmek ile sadakayı karıştırmayalım. Allah Resulü hediyeyi alır, ama sadakayı almazdı. Aldığı hediyenin de en az misli bir hediye, hediyeyi takdim edene sunarlardı. Hediye gönülden geldiği için alırdı. Aynısıyla da iltifat ederdi.

Sadaka ise, sonrasında kalpte mihnet oluşturacağı için ayrıca kişi öylece bencilliğinden sıyrıldığından, o verilen malda bencillik kokusu var olduğu için, Resulullah sallellahü aleyhi ve sellem ve ehline yasaktı.

Bu maddi dünyada böyleyken, manevi dünyada da olay aynıdır. Çünkü yaşam tektir kalbi çıktı ve girdisi aynı minvalde seyreder.

Okuduğumu hediye edeyim de nedir? İlla ki birine sevabımı göndereyim derseniz, o zaman hediye değil bağışlayın. Çünkü hediye etmek bile karşılık beklemektir.

Hediyede karşılık beklenildiği için, orada eğer benlikte bir bencillik dokusu varsa, hediye ile o silinmez. Aksine hediye ile olduğu gibi süslenerek kalır. Tabii ki bencillik kokusunu benliğinden silenler de hediye alıp verir.

Ama insanlığın tümüyle bencillik melekesinin hissesinden kurulması çok çok zordur. İnsanın içsel sinesinde illaki bir damarı canlı kalır ki oradan dünya hayatının devamı sağlanır.

Zira tümüyle bencillikten kişi soyutlandığında, artık hiçbir günah kendisinden zuhur etmez. Bu ise sadece peygamberlere has bir makamdır.

Bizler ise olabildiğince bencillikten soyutlanmayı esas biliriz. En aza inildikçe, makamı âli olur. Onun için de arınmak için sadaka vermeyi Allah istemiştir.

Ama hediyeleşme sadaka değildir. Bağışlama ise, tümüyle karşılıksız vazgeçmektir. Eğer ki bağışlanmada gözü üzerinde kalırsa, o yaptığı bağışı eline yüzüne bulaştırır. Bağış olmaktan çıkar. Ama sadakada zaten gözü üzerindedir ki sadakadır. Öylece nefisini gere gere verir ve nefsini arındırır.

Sen karşılıksız amelde bulun. Sen karşılık bekledikçe şeytan aklını karıştırır. Saf ve sırf ol kardeşim. Saf ve sırf olanın ameli şeytana dokunur. Gerisi umurunda olmaz.

İşte manevi anlamda olan ise, yapılan sevabın bağışlanması söz konusudur. Yapılan amelden elde edilen sevap hediye edildiğinde, karşı taraftan da hediyeye karşılık akacaktır ve her kişi yükünden elbette verecektir.

O yüzden de yaptığımız okumaları, kendilerinden yüzde yüz emin olmadığımız kişilere hediye etmek yerine bağışlayalım.

Yüzde yüz emin olduklarımıza da bağışlama yapmak, gene de lehimizedir. Çünkü kişi öylece tüm karşılıktan arınmış olur.

Öylece terki terk denilen mutlak vericilik boyasına boyanmış olur. Ama dünyalık olarak, hediyeleşmek ayrı bir husustur.

İşte kişi birine hediye verdiğinde, onun gönlünü almış ve onun gönlünden kendi gönlüne bir muhabbet icra etmiştir. Karşıdaki bir hediye vermiş ve gönüller kaynaşmıştır.

Bağışlanma, karşılıksız olduğu için beklentisiz olmuştur.

Ama sadaka olarak verilenlerden eğer kişi kendisini arındırmamışsa beklenti oluşur. Eğer arındırmışsa, elbette beklenti oluşmaz.

İşte biz, kimin arınıp kimin arınmadığını bilmediğimiz için de, mümkün mertebe sadaka almamaya gayret edelim.

Ama çok zor durumda olan ise, yapacak bir şey yoktur. Sadaka veren ise, eğer başa kakarsa, sadakası kendisine zulmet olarak geri dönecektir.

Bakara 264. Ayete kulak verelim…

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ

Yâ eyyuhe-lleżîne âmenû lâ tubtilû sadekâtikum bilmenni vel-eżâ kelleżî yunfiku mâlehu ri-âe-nnâsi velâ yu/minu bi(A)llâhi velyevmi-l-âḣir(i)(s) femeśeluhu kemeśeli safvânin ‘aleyhi turâbun feasâbehu vâbilun feterakehu saldâ(en)(s) lâ yakdirûne ‘alâ şey-in mimmâ kesebû(k) va(A)llâhu lâ yehdi-lkavme-lkâfirîn(e)

Ey iman edenler! -İnsanlara gösteriş için malını harcayan, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimse gibi- başa kakmak ve incitip eziyette bulunmak suretiyle sadaka ve hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Çünkü onun bu gösterişinin misali, üzerinde az bir toprak bulunan bir kayanın haline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur (düşünce veya hafif bir rüzgâr) isabet edince, üzerindeki toprağı silip süpürüp kendisini katı bir taş halinde bırakır. Onlar (gösteriş için hayır ve hizmet yapanlar, işte böyle riyakârlıkla) emek harcayıp kazandıkları hiçbir şeyi elde tutmaya kâdir olamazlar. Allah kâfirler topluluğunu hidayete ulaştırmayacaktır.

İşte bu ayete baktığımızda iman ehline bir ihtar vardır. Demek ki bu kalbi hastalıktan arınmayanlar çok vardır ki, ayette ihtar gelmiştir.

Peygamberimiz sav hediye dışında almazdı. Sebebi de şuydu… O sav en zirve arınmış kişiydi dolayısıyla ondan alttaki her kişide bir nefsani koku gelmektedir.

Tabi mananın taa derinliğinden bahsediyoruz. Dolayısıyla kim olursa olsun, ona hediye dışında bir şey veremezdi. Üzerine kendi ruhi dalgasını atmasına Allah izin vermedi.

Ama hediye tümüyle karşılıksız olduğu için, nefsanî hiçbir koku gelmez, aksine nefsi muhabbeti sunar. Öylece muhabbet artar.

Bilmem izah edebildim mi? İnsan karşıdaki taraftan bir etkilenme alan bir varlıktır. Çünkü insan çok yönlü bir varlıktır. Özü çok çetrefillidir. Bir tarafını susturur ama diğer tarafı konuşur.

Örneğin maddi beklenti olmaz ama manevi beklenti olmaya başlar. Bir teşekkür beklemek gibi…

Daha sonra tek bir ihanet ederse, hemen bizim verdiğimiz sadaka gözümüzün önüne gelir.

O kadar iyilik yaptım ama o bana kötülük etti… bu bana reva mı? Der durur. İşte bu sesleri içimizden atamayız.

Evet, maalesef bunu yapıyoruz. Çünkü en lüks arınan kişide dahi, gene de bu hissiyat vardır. O yüzden de sadakat ister, yardım ettiği kişiden…

İşte onun için de sadaka değil sadece hediyeyi almıştır peygamberimiz sav…

Verdiğin insanlar mihnet oluyor demek ki…

Evet, o yüzden de tümüyle arınmak lazım. Ayete bakarak tüm karşılıktan sıyrılarak vermek lazımdır. İşte o zaman, o sadaka bizi yüceltir.

Yorum yapın