KESRETTE BİRLEME OLUR MU?

Sizi kendimizde nasıl birleriz? Zihinde kalıyor birlemek, bir ben varım bir de sen hatta bir de bahsettiğimiz Allah… nedir bu vahdet?

Biz kesretteyiz… Kesret, çoğul demektir. Yani bir çok varlık. Eliniz ile ayağınız olur mu?

İş odur ki… El ile ayağı birlemek değil… EL ile ayağı uyulmamaktır.

İki ayak, iş odur ki iki ayağı tek düşünüp zıp zıp yapmak değil, iki ayağı uyumlayıp sendelemeden yürümektir

İşte kesrette Vahdet, kesret tek lemek değil, kesretin hakkını vermektir

Yegane rab… Yegane melik… Yegane ilah olarak ALLAH BİLMEKTİR

Gönül dünyasını Allaha çevirmektir

En büyük yanılgı noktası şurada başlıyor.

Allah mutlak vucut sahibi ve tek vucut sahibi realitesinden yola çıkarak, tüm varlığı dahi o veya ondan bilmek.

Şimdi diyeceksin ki, hoppala… Biz ondan gelmedik mi?

Evet ondan geldik ama bu ondan gelme, başka ondan gelme…

Peki nasıl?

İşte nasılını anlamak için, bizim dünyamızda kullandığımız kavramların mutlak zat çerçevesinde kullanımının gerçeği yansıtmadığını bilmeliyiz.

O da şu…

Biz onun zatı dediğimizde, tüm kavramlar düşer ve biz dahi düşeriz.

Şimdi…

Düşen biz, nasıl olur da onun zatında kendimize yer ararız.

Bir kere biz, zat makamında düşmüşüz ve yokuz.

Peki…

Biz sıfat makamında var mıyız? Sıfat makamında onun parçası mıyız?

Biz sıfat makamında onun parçası olsaydık, HAYATIMIZ İLMİMİZ İRADEMİZ KONUŞMAMIZ DUYMAMIZ GÖRMEMİZ KUDRETİMİZ OLUŞTURMA GÜCÜMÜZ sonsuz olmaydı.

eee…

Bu da sonsuz değil ve kendimize dönüp baktığımızda, her biri mahdud…

Peki…. Biz esması mıyız? Veya esmasından cüz müyüz?

TEKRAR kendimize baktığımızda, esmalar ile tanıtılan hiçbir kuvve bizde sınırsız değil.

Örneğin, rahman ismi gereği her bir mahlukat sınırsız merhamet edemiyoruz. Bir yerde tükeniyoruz.

Peki… Ef’lı mıyız veya ef’alinde cüz müyüz?

Fiillerimize baktığımızda, her fiilimizi sonsuz manada ortaya koyamıyoruz belli bir aşamadan sonra pes ediyoruz?

Deme ki biz…

Ne zatta ne sıfatta ne esmada ne de ef’alde ne onun cüzüyüz ne de ondanız…

Zira öyle olsaydı, bizde herhangi bir alanda tükenmişlik söz konusu olamazdı.

O zaman biz neyiz… Nasıl ondan geldik ve nasıl ona gideceğiz….

İşte burayı anlamak için, yaratım noktamızı bilmemiz yeterli…

O da şu…

Bizim onun nurundan alınmış bir tutamıyla var edildiğimiz ve bunun bizim FERŞİMİZ yani ŞEKLİMİZİN çizildiği alan olduğu ve Allahın…

Zatı itibarıyla bizde bir benlik yaratıp sonsuzluk hissini vermesi

Sıfatı itibarıyla sıfatlar bizde yaratması

Esmalar itibarıyla kuvveler ile donatması

Ef’ali itibarıyla fiiller ortaya koyacak potansiyeline kavuştırması

Ve tüm bunları bu bir tutam nur üzerinde motife etmesi

Yani biz böylece varlık alanında yerimizi kesret denilen bu bir tutam nurun içeriğinden oluşmamız

Yani Vahdet, işte bu bir tutam nurun Allah nurundan geldiğini bilmektir

Ayrıca bu bir tutam nura bir kutsiyet vermemektir.

İşte haydan gelmek, bu bir tutam nurun mutlak nurdan geldiğini, huya gitmek, bu bir tutam nurun tekrar ona gittiğini bilmek ki…

Bu bir tutam nur stabilize değil, sürekli değişkenlik arz eder

Yanı bu bir tutam nur sürekli yenilenir

Bir göl düşünün

Gölün suyu sabittir

Ama Marmara denizini düşünün

Sürekli okyanus ile irtibattadır

İşte bu bir tutam nur göl gibi değil deniz gibidir

Nuru sürekli devri daim olur

İşte bu devri daime…

Allahtan geldik Allaha dönüyoruz olarak ifade edilmiştir

Böylece anlaşıldı ki, biz onun mutlak zatnın bir cüzü değiliz

El hamdu lillahi rabbil alemin

Deriz ya…

Kişi şöyle düşünebilir…

Hamd Allahındır. Bizle bi ilgisi yok, neden söyleyip duruyoruz?

Aslında biz, el hamdu lillahi rabbil alemin söyleyerek mutlak bir şekilde haddimizi hatırda canlı tutar ve nimetinin devamını temenni ederiz.

Onun için de en büyük dua, “EL HAMDU LİLLAHİ RABBİL ALEMİN” dir.

İtmanı kalp ile söylendiğinde, Allahın hazinesinden bize doğru tüm ihtiyacımızı senkronize ederek aktır.

Biiznillah…

Şükür etmek ile Hamd etmek arasındaki fark ise şudur…

Şükür, elindeki nimeti müspet yolda kullanmaktır.

Küfür, eldeki nimeti menfi yolda kullanmaktır

Yorum yapın