YEGÂNE MÜRŞİD HZ. MUHAMMED MUSTAFA SALLELLAHU ALEYHİ VE SELLEM EFENDİMİZ

Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin dışındaki hiçbir insan, mutlak olarak mürşid olamaz. Çünkü yürüyen Kur’an odur. Diğer âlimler ise, ancak varisleri olup ona götürücüdürler. Onun için Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin dışında, gözümüz kendisini tümüyle kendisine teslim edeceğimiz başka hiçbir kimsede olmasın. Eğer ki olursa, bizim ile Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz arasında perde olur. Artık ona ulaşamaz oluruz.

Şöyle düşünebiliriz mürşid konusunu; o bir yol arkadaşıdır. Çocuk büyüğünün gözetiminde kendine gelir. Büyüğü onu besler, giydirir ve korur ki kendi kendine bakabilene kadar. İşte mana yolcusu hak yolunda yürürken, kendine gelene kadar yol arkadaşı onun kolundan tutup götürür. Bu yürütmesi Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin huzuruna kadar sürer. Sonrası ise artık Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin dizi dibidir. Eğer yol arkadaşın Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin sünnetinden imtina ederse, o yol arkadaşı olamaz.

Mürşid öncelikle ilimdir. Çünkü Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yöneliş sistemini bilmezsen, onu nasıl seveceksin?  İlim, kendine faydalı olanı anlamaktır. İşte bu faydayı yol arkadaşın sana sunacaktır. Yol arkadaşın Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi tanıtırken, muhammedi nur gönlünde ayna gibi açılacaktır. Kalbinde Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin huzuru yoksa, hiç kimseden bu nur sana akmayacaktır. Çünkü Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin ışıldaması nefsinde oluşmazsa, sana akan akıntının tecellinin yönü de belli olmaz. Zira Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin akıntısının dışındaki akıntılar seni sana tanıtamaz.

Mürşid huzuru önce içerde olmalıdır. Kalpte Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin huzuru oturmalıdır. Kendisini mürşid ilan eden herhangi birinin huzurunu kalbine koyarsan, işte o zaman Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin huzuru kalbinden kaçar. Zira bir kalpte iki huzur olamaz. Elbette ki yol arkadaşını seveceksin ve elinden tutup yürüyeceksin. Ama seni Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize götürdüğü için seveceksin. Kalbini saran huzur, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin huzuru olmalıdır. Sonra dışarıdaki yol arkadaşını hiç ummadığın yerde Allah karşına çıkaracaktır. Eğer içerdeki mürşidin huzuru kişiye açılmamışsa, istediği kadar kapıyı çalsın, açılacak bir kapı da olmayacaktır.

Acele yok, yavaş ve sabırla yürüyeceksin ve karşında Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizi bulacaksın. Esas olay işte kalbin irfanıdır. Kalbin irfan doldu mu, zaten buluşursun Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz ile. Bilmek veya bilmemek nefse göre sadece zandır. İrfan yolunda ise, zan mevzubahis değildir. Filhakika göz önündedir.  İrfanının tanıştırdığı yegâne mürşid olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizden öze dokunan hakikatin duyulduğunda, artık zan bitmiş ve hüküm yerine gelmiştir. Hiç bir şey göründüğü gibi olmadığı gibi, hiç bir şey de zan ettiğimiz gibi olması gereken gibi değildir. Çünkü bizden istenilen, emir olunduğun gibi dosdoğru olma hususudur. Bu ancak Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin sünneti seniyyesi ile tekâmüle varır. Onun için kalbimizin huzur merkezinde onun muhabbeti tüm muhabbetlerin üzerinde olmalıdır. Öylece Allah’a giden kapı bize açılacaktır. Ve onun muhabbeti, kalbimize giren tüm takıntıları ve yanlış itikatları yok edecektir.

Bil ki bilgi alanın yani meşguliyetin ilim olunca, mürşidini buldun demektir. Biz aklımızla ilimden edindiğimiz bir katre yansımaya bilim dedik. Onun içindir ki, ilmi edinilen bilimsel kırıntılar ile sınırlamak muhaldir. İşte irfanın bizimle buluşması, ilmin yegâne kaynağı ve tecelli merkezi olan, huzuru muhammediyeyi kalbimize yerleştirmek suretiyle gerçekleşir. Böylece huzuru muhammedinin kokusu bizden yayılmaya başlayacaktır. İşte bu irfanla muhammedi nur, sana seni tanıtacaktır. İşte bu koku, yegâne mürşidin olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin nurunun sana hissettirdiği sanal benliğindir. Aslında mürşid, sanal benliğin içinde büründüğü ve kendisini et kemik beden sandığı rüyasından uyandırıp, kişiye kendisinin et kemik beden olmadığını hissettirerek onu derin uykudan uyandıran kuvvedir. Öylece kişi, sanal benlik ile asıl benliğe doğru yol alır.

Nuri muhammediye doğru yol alırken yaratılış menbağımızı iyi bilmeliyiz. Onun için Allah’ı iyi bilmeliyiz. Evvel ve ahir olan Allah’ı iyi tanımalıyız. Esmadan olan evvel isminin bizde tecellisi ile nuri muhammediyi anlayıp hissetmek için bir başlangıç noktasını seçmeliyiz. Onun için biz yegâne mürşidimiz olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yolunu istediğimizde, bu isteğimizin Allah tarafından yaratılarak bize ulaşacağını bilelim. Öylece ahir esmasıyla Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin huzuruna kadar varalım. Öylece kıdem ve beka sıfatların sahibi olan Allah ile buluşalım.

Gayemiz Allah’a ulaşmaktır. Bu gaye ancak yerinde ve olması gereken şekilde çalışmakla gerçekleşir. Gerisi uyalar ve sömürür. Eğer ki olduğun yerde hep yerinde sayarsan, demek ki bir sakatlık var demektir. Kendini sürekli izlemen gerekir. Zira komşusu kendisinden emin olan kâmil mümin olmuştur. Bunu komşularının şikâyeti veya beğenisi gün yüzüne çıkaracaktır. En yakının, en yakın komşundur. Onun için birinci derece komşun eşindir, sonra çocukların ve kapı bitişin. Çemberin genişledikçe halkla münasebetinde sana hep ayna olacaktır. İşte kendini izlemen, sen kendini değil, dışarıdan senin yaptığın çalışmanı yapmayanın gözlemleridir esas gözlemlemen. Öylece kişi, gelişiminin farkına varır. Çünkü işin ucunda terki terk vardır. Varan nereye vardığının farkında olamaz. Ama dışarıdan onu seyir eden, değişimi kolaylıkla fark eder. Eğer hep aynıysa, yıllar geçmiş hala pişmiyorsa, o zaman Allah’tan bir fırıncı diler ve Allah karşına çıkarır. Zira kişi mürşide gitmez, mürşid kişiye gelir ve karşında bulursun.

Seni yegâne olan mürşide yönlendiren yol arkadaşını sadece bir insan bilme. Çünkü yol arkadaşın, senin fıtratına göre nuri muhammediden sana yansır. Hak tecellileri her kulda ayrı ayrı olur. Çünkü her insanın fıtratı ayrı kalıp almıştır. Muhammedi nur sana yol gösterendir ve senden zuhuru her an değişkendir. Mürşide giden yolda yol arkadaşın, hep bir somutla hissettirir soyutu. Çünkü somut bir nokta olmazsa soyut hissedilemez. İşte o nokta mürşitten yansıyan nurdur. Mürşidin bir somutun diliyle senle konuşuyordur. Sakın somutun dilini mürşit bilme. O sadece mürşide götüren araçtır. Mürşid bazen bir insandan, bazen bir hayvandan, bazen bir taştan, bazen senin bedeninden, bazen de bir kitaptan sana hitap edebilir. Yani soyutu somutlaştıran bir objedir. İşte o obje, kişiyi mürşidine götüren yolda bir vesiledir. O objeden seslenen öyle bir nurdur ki her varlık o nurdan beslenmiştir. O nur nuri muhammedidir. Menbağı Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin huzurudur.

Senin yetişmen ekmeğin sofraya gelme serüvenine benzer. Ekmeğin sofraya gelene kadar geçirdiği evreler türlü türlüdür. Daneler sofraya gelene kadar birçok ortamdan geçer. Her ortamın çeviren ayrı ayrıdır. Tarlayı süren ayrıdır. Tohum atan ayrıdır. Sulayan ayrıdır. Biçerci ayrıdır. Değirmenci ayrıdır. Hamurcu ayrıdır. Fırıncı ayrıdır. Unutma ki her kademedeki yol arkadaşın olan ustadan yükselen nur, nuri muhammedi olmalıdır. Yoksa muhammedi huzura ulaşman gerçekleşmeyecektir. Onun için de, tümünün dilinde ve fiilinde Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin sünneti seniyyesi olmalıdır.

Sen kıvamınca hamur ol ve sonra da Allah’tan fırıncı iste. İşte o anda ustalaşmış yol arkadaşın önünde olacaktır. Seni fırına atıp pişirecektir. Çünkü hamurun yoğurup şekilden şekile girince, pişirmeyi bekliyor demektir. Allah yoğrulan hamuru heder etmez. İşte bu noktada fırıncıya tam teslimiyet gerekir. Çünkü fırıncı artık yakacaktır. Kimse kolay kolay yanmayı istemez. Oysaki işin ucunda Cemalullah vardır. Her fırıncıyım diyenin fırıncı olduğunu sanma. Fırıncı, fırıncı olduğunu deyip hava atmaz, bilir ki fırının önü hava atılacak bir yer değildir. Orası çok sıcaktır. Hazır hamur gördü mü, direk küreği alır ve ekmeği fırına teslim eder.

Eğer ki bir kişi şeriatı garradan zerre taviz verirse, o fırıncı değildir. Zira yol Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize götürmelidir. Eğer ki fırıncı, Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin yolunda değilse, nasıl ona götürecektir ki? İşte yolcunun yolu; sürülen toprağa atılır, tohum olup açılır,  savrulup ezilir,  yoğrulup hamur olur, şekil alıp yanar ve pişer. İşte her bir basamağın ustası ayrıdır. Ama her ustadan saçılan nur, nuri muhammedi olmalıdır. Murşid farklı farklı gibi suretlerden sana görünse de, aslı aynıdır.  Her basakta yaşanılan sürelere takılmadan akan manadır asıl olan. İşte o akan nur nuri muhammedidir. Şunu da unutmayalım ki, kişi ekseriyette kendisine gelen usta yol arkadaşını ilk etapta beğenmez. Bu da işin sır noktasıdır. Zira kaldığı yerden alıp ötelere götürecektir.

Gerçekten ciddi olarak Allaha yönelen kişiye, Allah kudret elini uzatır. İşte buna irşad makamı denilir. Sakın yanlış düşünce oluşmasın. Seni yegâne mürşid olan Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize götüren usta olan yol arkadaşını sana Allah sunar. Kul onunla kendini tanır. İşte sınav olan bu halden dolayı, çoğu defa insan ilk etapta karşılaştığı yol arkadaşını beğenmez. Bu da ne der. Allah’ın sunduğunu tepmek ister. Ama gönlünün derunu, ona karşı bir iştiyak besler. Şeytana aldanmayıp çalışmasına devam ederse, perdelerin tek tek açıldığını fark edecektir. Hakka doğru yol alırken, maddi ve manevi herhangi bir ücret istemeyenle yürümek gerekir. Hatta hatta yaptığı hizmette bir teşekkür bile beklemeyenlerle beraber yürümek gerekir. Bilelim ki, oldum demez olanlar. Utanıp hayâ eder onlar.

Kendisini mürşid olarak tanıtan birçok kişi, kişinin psikolojisini bozan sahte ZEN ustalarıdır. Senin “ben”liğini yok etmesi için özel yetişmiş kişilerdir. Oysaki İslam’da esas olan “ben”liğin değil “bencil”liğin terkidir. “Ben”lik seni hak yolunda güçlü kılarken, “bencil”lik seni senden mahrum eder. Ayrıca sahte ZEN ustaları olan sahte mürşidiler, güya “ben”liği yok edecekler ama arka tarafta öyle bir “bencil”lik yüklüyorlar ki, kendileri dışındaki herkesi, sapık ve ateş ehli veya müşrik olarak görmeye başlıyorlar. Öylece “ben”liklerini “bencil”likle kamufle ediyorlar, öylece insanlardan izole oluyorlar. Her kim ki, “ben”liğini terk et diyorsa, bakın ona, en büyük “bencil”liğin onu sardığını göreceksiniz. Belki de sizle konuşamaya tenezzül bile etmez. Veya burnunun ucuyla konuşur.

Eğer ki kendisini usta olarak tanıtandan sünneti seniyyeye tek muhalefet görürsen, deyin ki, bu beni Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize götüremez. Hızlıca oradan uzaklaşın. Zira fırıncı sünneti seniyyeye kesinlikle muhalefet edemez. Şeriatı garrayı ihmal edemez. Eğer şeytana uyarsa ki herkeste nefis var, yolu ayırmak gerekir. Cemalullaha ulaşayım derlen narda kendini bulmasın.

Şu da var ki, mürşid diye bilinen yol arkadaşları, tasavvuf yolunda yani özüne doğru ihtisaslaşmak üzere çalışma yapmak isteyene lazımdır. Hiç bir çalışma yapmayana ise, zaten levvame de yaşar. Helal haram bilinci ile yaşarsa cennete gider. Bu yazdıklarımız hakikatine doğru tırmanmak isteyenler içindir. Yoksa zaten özüne yolcu değil ki, ona yol gösteren icap etsin. Kişi doğru bir itikada bezendikten sonra helal ve haram dediğimiz cennete götüren ve cehennemden uzaklaştıran fillerle bürünülürse, inşallah cehennemden azad olacaktır. Helal, Allah’ın yapmakta serbest bıraktığı şeylerdir. Yapmasını emrettiği şeylere de farz denir. Yapmasını yasak ettiği şeyler ise haram olanlardır. İşte haramlar nefsi emmarenin emeli olarak karşımıza çıkar. Allah nuruna götüren eylemler helal olan fillerken, nefsi emmarede bizi patinaj yaptıran eylemlerde haram olanlardır.

Hiç tasavvufu bilmeyen kişiler olan ananelerimiz, babalarımız ve dedelerimizden birçoğunun dillerinden Allah düşmez. Gönüllerinden Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin güzel nuru eksik olmazdı. İşte öylece huzuru kalp ile irfanla yürüyenlerin yolları hep aydınlık olmuştur. Zaten İslam’ın irfanı ta derunumuza kadar işlenmiştir. İnsanı kurtaran temiz bir itikat ve gerekli olan amellerdir.

Yorum yapın