NEFİS

Nefsin kendisi soyut bir kavramdır. Nefis üzerinde var edilen bedenin şeklinde kendisini bilir.

Benlik de soyut bir kavramdır, o da nefsin üzerinde nefisle bütünleşerek yaşam alanı edinir.

İnsan “ben”i bir bilince sahip olup, kendisinde sahiplik hissi var edilerek oluşturulmuştur.

İnsan “ben”i tüm var oluşunu, mutlak “ben”den kendisine bir sanal alan belirtilerek konumlandırılmıştır.

İnsanın “ben”ini mutlak kudret sahibi olan Allah, insanla seyrettiği esma bileşimleri şeklinde kendisinde zuhur ettiği seyir alanında, bir sanal benlik yani sahiplenme duygusu vermek suretiyle var eylemiştir.

insan “ben”i et kemik bedenle somutlaşarak görünür bir hal almıştır. sahip olduğu bilincini et kemik beden üzerinden karşı bireylere arz etmektedir.

Allah, insan bilincine, sahip olduğu hüviyet üzerinde değiştirme kuvvesini de yerleştirilmiştir.

Allah, nefsinin kendisini ve nefsinin üzerinde konumladığı bedeninin bünyesini, kendisiyle var ettiği tüm kuvvelerinin üzerinde değiştirme yetkisini de vermiştir.

Dolayısıyla insanın iki anı bir birinin dengi olmayacak şekilde bir yaşam alanına sahiptir.

İnsan sürekli bir değişim ve dönüşüm halinde ömür sürmektedir.

Düşünsenize, çevresi sanal sınır ile çizilen esmalarla tanıtılan kuvvelerin bileşke şeklinde seyir planında kendilerini bilişleri…

Rahman manası verilmiş kendindeki manaların kompozisyonlarının değiştirme gücü demek, Rahim manası verilmiş üreten demek, Halik manası verilmiş yaratan demek, ve tüm esmalarla işaret edilen kuvveler yani müsemmalar.

Ve her birimizde de kısıtlı bir tecelliyle aynen öyle tüm kuvvelerin bileşkeleriyle konumlandırarak oluşturulan bir var ediliş.

Yani tüm manalar bize verilmiş, ayrıca üzerine de değişim kuvvesi de eklenmiştir.

Ama neyi değiştirirsek değiştirelim gene de varlığımız o manaların tümüdür.

Tıpkı şekerin tatlılığı gibi, şekerin tüm tatlılığı taş gibi gözüken şekerin ta kendisidir.

Huu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüvviyet; Allah ismiyle kendisini yani mutlak nefsini bize tanıtmıştır. Bu tanıtılan mutlak nefse de, nefsi kül denmiştir ki kendisi mutlak “var” olandır.

Aslın da nefsi kül denmesi bile tanımlama babında nakıs bir tanımlama olup, olayı bize izah için bu kavramlara ihtiyaç duyulmaktadır.

Çünkü başka türlü tanımının yapılması muhaldir.

Allah mutlak benlik sahibi olarak nefsini bilip bize tanıtmıştır. Allahın benliği mutlak benlik olup, nefsi de nefsi kül olarak bize bildirilmiştir.

Allah insanı kendisine yeryüzünde halife olarak yarattığı için, insana da bir nefis vermiş ve öylece insanı kendisiyle muhatap eylemiştir.

İnsanın nefsi ve insanın benliği yaratılmıştır. Yaratılmadan önce ise, asla ve asla yok idi.

Nefs, varlık şuuruna sahip olan demektir.

Nefse benlikte denmiştir. Ama ben kelimesi nefsi tanımlamada biraz kısır kalır.

Çünkü nefs oluşan birimin özünü ihtiva eder. Ben ise somutlaşan nefse verilen isimdir.

insanda ki nefis; Huu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüvviyet; Allah ismiyle işaret edilen mutlak nefsini seyir ettiğinde, bu muazzam mana etkileşimini istedi ki seyir edilsin.

Allah yanı sıra başka bir mutlak nefis olamadığı için, yani doğmadığı ve doğurmadığı için , mutlak hüvviyet, mutlak nefse tabi olan ve onunla hayy ve kayyum olan ve mutlak nefisteki tüm manaları cami kayıtlı bir nefis yaratıp, o nefse “ben”lik şuuru verip, o kayıtlı nefis ile mutlak nefiste var olan oluşumlarının seyrini sağlamıştır.

İşte var edilen bu kayıtlı nefisler ise, her an seyir halindedirler. çok az insan bunun farkında, insanların büyük çoğunluğu ise kör ve sağır olarak bir en’am gibi ölüp gitmektedirler.

Olaya biraz daha yaklaşmak için bir örnek verelim; şeffaf bir cam gibi düşünelim mutlak nefsi.

Huu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüvviyet, oradan net gözükür.

Mutlak nefiste ve onunla hayy ve kayyum olan kayıtlı nefsimiz var edildiğinde, fıtrat üzeri idi.

Yani her ne kadar kayıtlı yani bir sanal benlik içinde de var olmuşsa, şeffaf idi.

Ama sanal benliğe bürünen kayıtlı nefs, anneden doğup dünyada gözünüaçtıktan sonra, çevredeki insanlardan ve cinler den aldığı yöneltilmiş evhamlarla, vesveselerle, bedenden aldığı zevk ve tatminin derecesine göre, şeffaf olan camını renklendirmeye başlar.

Bu renklendirme sonucu artık, bakışını mutlak hüvviyete çevirip mutlak nefisin bakışıyla seyir yerine, renkli camından seyir etmeye başlar.

Dolayısıyla değişik görüşlere tabi sayısız sanal benlikler oluşur.

Dolayısıyla şeffaf olan nefis kirden görünmez olur.

Ya sonra; sonrası malum.

Nefsi şeffaf yapana kadar yedi basamak mevcuttur.

Aslında kendi elimize kirlettiğimiz camı, gene de bir çok çalışma yaparak temizlemeye çalışırız.

Ayet der ya; Allah zulüm etmez.

Ayet her şey Allah’tan dedikten sonra şöyle der…

İyilik Allah tan kötülük nefistendir der…

Nefisten dediğimizde aslında Allahtan, ama biz nefsimizi çok kalın kalın boyalar ile boyadığımız için,

Sanal sınırla hududlanan nefsimiz, Allah’tan gelen güzellikleri engeller ve bize kötülük gibi yansır.

Halbuki gelen sadece iyilikti, ama kapımız kapalı olduğu için, kirlettiğimiz camdan bizi mutlu eden şeyler benliğimizde somutlaşmadan, taşın üzerine yağan yağmur gibi kayar gider.

Yorum yapın