ASLIN

Beden Ruh’u, Ruh ise Varlığı, Varlık da Allah’ı nasıl bilir? Varlık, Ruh ve Beden üçgeni arasında var olarak dolaşan “BİLGİ” gerçekte nedir?

Beden; ruhun tutuna bilmesi için elzem olan haslettir. Ruh her zaman bedenle varlığını bilir. Bu ruh halk arasında bilinen ruh değildir. Halk arasında bilinen ruh, et kemik bedenin ölümüyle bilinç=şuur=nefs=ruh! un tutunduğu ruhtur.

Buradaki ruh ise hakikati Muhammedi diye bahsedilen hakikatin manevi yapını izhar eden ruhul kudusun var olan birimin yapısına göre ona hayat veren deruni candır.

Beden cansızdır, buradaki cansızlık tümüyle “salt”sızlık demek değildir. Aslında beden anadır ve üretim merkezidir ve rahimden nefes alır.

Ruh mekânsızdır, ruh salttır. Bu ruha hayvani ruh denilen arştan ferşe ver bedeni canlanan ruhtur. Tüm cihazlara aynı elektriğin verilmesi gibi…

Allah; varlığa nuru’nu verip, aslında varlık sadece nurdan değil; her varlık, nur üzerinde oluşturduğu bir kaç esma bileşkesinin nakşından nasibini alır.

Ruh’a mekân edinip giyindiği beden’i içinde can katmadan önce! Hayvani ruh dediğimiz an, hayatiyet kaynağı her bir bedende onun kapasitesince görünür olur.

Aynı ruh… Aslanda ayrı inekte ayrı… Cinde ayrı insanda ayrı… Melekte ayrı toprakta ayrı tecelli eder. Verilen can neticesinde; can zaten her birimde ayrı tecelli eder.

Beden: toprağındır ki, zaten toprak bile hayvani ruh ile canlıdır. Dolayısıyla topraktan çıkan cansız? Beden de canlıdır hayvani ruh ile.

Ruh: varlığındır, bu ruh hakikati Muhammediyenin derunun olan ruhul kudustan tecelli eder.

Varlık ise: Allah’ındır! Ruh + beden onun esmalarının ayrı ayrı bileşkeler şeklinde nurun üzerinde nakışsal yapıyla yani yoğunlaşma oluşturmakla gerçekleşir. Ruh, beden’i kontrol eder, yok beden yapısına göre ruhu akseder.

Varlık, ruh’a yol çizer, varlık dediğimiz de her birimle oluşan tecellidir. Allah ise; varlığa, o yol üzerinde sıratı müstakim yön tayin eder!

İşte varlığı var eden bu deruni candır. Deruni can birimi (insan-cin-melek-hayvan-toprak vs) terk edince, o birim ölür.

Her birim (insan-cin-melek-hayvan-toprak vs) yaratıldığı andan itibaren beden belli bir olgunluğa kavuşunca, o beden kendi öz hüviyetini izah edecek şekilde kendi yaşamını fena dairesi dâhilinde sonsuza dek kendisine sirayet eden ruhul kudustan kendi bünyesi kadarını devam ettirmek için ikincil bedenini oluşturur.

İşte halk arasında bu bedene ruh denilir. Hâlbuki esas ruh bu ruh değil, birime hayatiyet veren ruhtur. Her beş duyuya göre şeffaf olana ruh demişiz. İşte ruhun varlığı kısaca böyle.

Ama ruhun mahiyetini ancak Allah bilir. Çünkü misli dengi benzeri olmayan tekin latif olan bir yaratımıdır.

Her varlık zaten varoluş kapasitesi kadar ruhullah diyebileceğimiz ruhul kudus onunla zuhur eder. İşte her varlık ondan edilen zuhur kadar Allah’ı bilir.

İnsan ve cin de öyle… Ama insan ve cin az değişiktir. Çünkü insan ve cin kendisine verilen değişim gücü ile öz zuhurunu değiştire bilir.

Cin tüm isimleri cami olmadığı için değişime rağmen halife olamadığı halde, insan kendisinde tüm isimleri cami özelliği dolayısıyla tüm isimleri değiştirebilir.

İşte tüm isimler insanda var olduğu için de varlıklar içinde Allah’ı en iyi bilen varlık insandır.

Ama insan kendisindeki değişim gücü sayesinde çoğu defa daha doğrusu genel itibarıyla insanların ekserisi, kendi gelişimini yapmadığı için, içe doğru büzüşme yaşar.

Bu büzüşme dolayısıyla dış huzur istediğin kadar konforlu olsun, insanı içten içe kemiren bir tatminsizlik onu alır götürür. İçi üzüntü dolar her beden tatmininden sonra. Sebebini öğrenmek ister ama bir türlü çözemez.

İşte bu tatminsizliği sebebi git gide Allah’tan uzaklaşmasıdır. Bu uzaklık yani Allah’ı bilmekten mahrumiyeti onun için ölüm gibi olur. Çünkü kişi Allahtan uzaklaştıkça onu bilmekten de mahrumiyeti daha çok yaşar.

Kişi Allah’a yaklaştıkça onu daha çok bilir. Kişi Allah’a ne kadar çok tanırsa o kadar lüks hayatı yaşamak için nur elde eder.

Allah dışsal veya içsel bir ilah olmadığı için bizi onun tanıdıkça onun özellikleri ile daha çok bayanmış oluruz. Bu boyanma da tabi ki en etken yol zikir+fikirdir.

Zikir ve tefekkür sonucu yaşadığımız şükür, bizim kalbimizin onunla tatmine ulaştığı an hâsıl olur.

Varlık, Ruh ve Beden üçgeni arasında var olarak dolaşan bilgi ise gerçekte ilimdir. Ama ilmimiz çoğu defa bilgi düzeyinde kalır. Yani bakış açımız olmaz. Bilincimizde bütünleşmediğimiz her ilim kırıntısı bilgidir.

Ve bu bilgi merkep sırtındaki kitaplar gibi yüktür. İşte o yükü yaşam tarzı ettiğimiz kadar hafifler ve Allahın cemalini seyre dalarız.

Cemalde seyir edilmeyen her ilim celalde bize düşünür. Cemalleşmediği için celalden bize dönüşe halk dilinde “Allah sana çarptı” şeklinde dile gelir.

Aslında toplumda söylenen her sözün bir geçmişi vardır. Gençlik birçok şeyi unuttuğu için hemen inkâra sapar ve der ki yok öyle saçma şey… Hâlbuki az kafasını çalıştırsa, birçok olaya şahit olacaktır.

Mutlak zatın adı Allah’tır. Her varlık ona göre sıratı müstakimdedir. Bize göre ise sıratı müstakim nimete erenlerin sıratı yani yoludur. Çünkü firavun bile genel çerçevede sıratı müstakimdedir. Ama onun sıratı müstakimi nimete erenlerin sıratı müstakimi değildi. Bunu iyice derk etmek gerekir.

Yorum yapın