HAYALİ SALTANATI EBEDİ SALTANATA TEBDİL EYLE

Allahın kün emriyle var edilen varlıkların sahip oldukları vücud asli mi gölge mi? Allah âlemleri yoktan var etti ve tüm varlıklar bir vücud sahibi oldu. Buraya kadar ki kısımda insanlığın geneli hemfikirdir. Asıl içinden çıkılmaz sorun ise, buradan sonra başlıyor. Ortaya çıkan bu sorunlardan ötürü de insanlık inançları bölünmekte ve hatta hatta insanlar, kendi düşünceleriyle kurdukları inanç sistemine inanmayanları küfürle itham etmekte, hatta hatta ellerinden gelse ölümle bile cezalandırmaklar. Bu konularda çıkan din ve mezhep çatışmaları tarihte hep görülmüş ve sayısız kişi katledilmiştir. Sırf dininden olmadığı için işkenceler ve ölümler ile nice nice insanlar, daha güçlü olanlar tarafından ezilip yok edilmiştir.

Tarihin her dönemecinde insanlıkla buluşan peygamberlerin saçtıkları rahmani nur, gene de olayın körleri veya şeytani akımın mensupları tarafından örtülmekte ve nice nice fırkalar oluşturulup insanlık dehlizlere sürülmüştür. Olaydaki ince sır ise, kendi insanlığının ve varlığının mahiyetini öğrenmek isteyen, öylece hür olmak isteyen insanların önüne setler çekilip köle olarak üzerinde tasarruf edilmek isteğidir. Ve bunun için de, insanlığı istedikleri yöne sürmek isteyen materyalist düşüncelerdeki dünyadaki sermayeyi yöneten kişilerin, insanlara istekleri doğrultusunda yön vermek ve öylece insanları sömürmek sevdası yatmaktadır.

 İşte önüne konulan setler nedeniyle aklını çalıştıran insanlık iki adım ötesini bir türlü çözemiyor ve gönül rahatlığıyla hakiki itikada varamadan dünyadan göçüp gidiyor. Zira attığı her adımda, önüne çıkan yol kesiciler kafasını karıştırıyor ve acaba küfre mi girdim deyip içen içe üzülerek geriye çekiliyor. Olayın vahametini anlamayan orta yaşlı okumuşlar ise, gençliklerinde kafalarına sıkı sıkıya örülen ağlardan ötürü, gençliğin kafasındaki sorulara anlayacakları dilden cevap veremediklerinden, insanlığın yeni kuşağı hızla deistliğe veya ateistliğe sürülmekte ve hakikatinden uzaklaşarak asli unsurlarını unutmaktadır.

Olayın vahametinin farkında bile olmayan ileri yaşlardaki okumuşlar da, bilinçlerindeki tozlanan ağlardan dolayı gençliğin itildikleri dehlizi görememekte ve tüm dünyanın etraflarından olduğunu sanarak kalan ömürlerini tüketmektedirler. Hızlı çalışan gençliğin kafası ise, üretilen sorun ve sorulan yabancılaşarak özüne garip hale gelmektedir. Şimdi olayın vahametini az hafifletecek birkaç kelam edelim.

İşe olayın temel noktasından başlayarak göz atalım. O da kişi ile yaratıcısı arasındaki ilişkide yatmaktadır. Şimdi düşünelim, eğer sen âlemlere asli vücud verirsen, o zaman Allahın zati sıfatlarını inkâr etmiş olursun. Zira vücud sıfatı zati bir sıfat olup yaratılmışlar hakkında tasavvur dahi edilemeyen bir sıfattır. Sadece mutlak vücud sahibi Allah olup gayrı yaratılmışların vücutları asli vücutlar değildir. Eğer asli vücut sahibi olsaydık, et kemik bedenimiz eskimez ve hep aynı olacaktı. Eğer âlemler asli vücud sahibi olsalardı, âlemlerde tasarruf edemez ve üzerinde hiçbir eylemem yapamazdın. Oysaki şahidiz ki biz ve âlemler sürekli değişken bir vücuda sahibiz.

Ayrıca eğer sen âlemlere asli vücud verirsen o şu soru ile karşı karşıya kalırsın; Allah âlemleri yoktan var ederken, nerede var etti? Eğer Allah tüm var ettiklerini kendisinin dışında bir mekânda var etmişse, o zaman o mekân neresi? O zaman o mekân Allah’ın zatının neresinde? Allahın zatının dışında dersen, o zaman Allahın zatına bir mekân belirlemiş ve onu âlemlerin var edildiği mekânın dışına atmış olursun. Eğer Allah’ı âlemlerin dışına atarsan, o zaman ona mekân tayin etmiş ve onu içinde bulunduğun mekânın dışına tutmuş olursun.

Eğer ki sen, Allah’ın zatının içi tarafını düşünürsen ve varlıklara da Allahın içinde bir mekân tayin edersen, o zaman Allahın içinde bir hacme sahip varlıklar oluşturmuş ve âlemleri Allahtan bir parça yapmış olursun.

Ama sen varlıklara aslı değil de gölge varlık dersen, o zaman neyin gölgesi? Bu gölge nereye yansıdı? Dersin. Zira dünya platformunda gölgenin olması için, bir vücud olacak ve o vücuda çarpan bir ışık olacak ve gölge o vücuttan ayrı mekâna yansıyacaktır. Öylece hem asli vücud hem de asli vücudun mecbur kaldığı mekân ve ona çarpan ışığın olması hakikati kaçınılmaz olacaktır. Bu düşünce de ilim talipleri hakikatten uzağa atacaktır. Öyle bir yol izlemeliyiz ki, işin hakikatini bize sunsun. Öyle öz varlığımızı görüp ona göre pozisyon almalıyız.

Allah âlemleri ilminde ilminden ilmiyle yarattı diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyoruz. Peki, ne demektir ilmiyle ilminden ilminde? Bu tabirle ne anlatılmak istenilmiştir. Bu işin içinden çıkmak için bir örnek verelim. Sonrada işin mahiyeti üzerinde tefekküre devam edelim. Bir insan düşünelim, bu insan bir limon düşündü ve hayalinde bu limonu renginden ta tadına kadar tasavvur eyledi. Bu tasavvur eylediği limon nerede var oldu? Bu limonun bir vücudu var mıdır? Hayalinde var ettiği limona görme ve konuşma hem duyma özelliklerini verdiğini düşün. Sonra bu limon gibi birçok limon daha düşün. Ama her düşündüğün limonun rengi kokusu ve tadı değişik olsun. Bu limonlar birbirleriyle konuşup hasbıhal etseler ve tatlarından ve kokularında dem vursalar, bu hasbıhal limonları asli vücud sahibi mi yapar?

İşin hakikat kısmına baktığımızda, her bir limon kendine göre var ama sana göre tümü senin ilmindeki limonun kaydına göre hayaline soktuğun düşünsel objeler. Bu limonlar bizim bedenimizde bir yer kapsar mı? Bu limonlar bizim düşüncemizden silinse veya bu limonlar gibi nice nice limonlar hayal etsek, bir şey katılır mı? Peki, siz düşüncenizdeki limona bir isteme kuvvesi ve isteğine göre onun tadında ve kokusunda değişim yapacağınızı söyleseniz, bir kurallar manzumesi oluşturup onlar için koysak ama tüm bu limonlar yaramazlık edip kuralları çiğnese ve limonlar söylenen şekilde etmezse, onları düşünce planımızda hayal ettiğimiz bir çöplüğe atsanız sizden ne eksilir? Veya tüm limonlar kurala uysa, söylediğiniz gibi hareket etse ve tadı rengi kokusu güzel olsa ve onları güzel bahçelerde sergi yapsanız, size ne eklenir? Tümü bir hiç…

Şimdi biz ve tüm varlıkları bu verdiğimiz örneklemede olduğu gibi tefekkür edelim. Tabi örneği gerçekte yerine koyduğumuzda, var olan hakikati tabi ki karşılamaz. Ama bizleri bir nebze olaya yaklaştırır. İşte gerçek olan olaya yaklaşıp hakikatimizi idrak ettiğimizde ise, artık özgürlük kapısı bize açılacaktır. Artık kula kulluktan sıyrılıp rahmanın rahmetiyle donanmaya başlayacağız. Artık tefrika bitecek ve işte o zaman Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi vesselam efendimizin etrafını saran sahabe misali yek vücud oluruz.

Yoksa efendikcilerimizin etrafına dolanan ve hayalinde kocaman olan ama hakikatte ise minnacık ve paramparça olan insanlar oluruz. Sonra efendikçilerin kavgası ve üstünlük savaşı. Derken kan ve gözyaşı. İşte tüm olay işi hakikatinde anlamadan hayali senaryolar peşinden koşulduğundan insanlığın başına örülen çoraptandı. Çıkar çorabı başın ve Allahın sadık kulu olarak yaşa ve yaşat.

Yorum yapın