MANEVİ ALANDA GENETİK AKINTI VAR MIDIR?

Kişinin fıtratının düşünsel alanını genetik kalıntı belirlemez. Nesilden nesile aktarılan genetik akıntı diye bir şey yoktur. Herkes İslam fıtratı ile dünyaya gelir. Buna en büyük delil ise, ilk insanın iki ilk çocukları olan Kabil ve Habil olayıdır. Zira Kabilin hiçbir geçmişi olmamasına rağmen, babası dahi peygamber olmasına rağmen, kardeşini öldüre bildi.

Her bir insan, insani varoluşta var olan ve Hz. Âdem’den nakledilen tüm özellikleri hami ve cami olarak dünyaya gelir. Yaşamında İslam fıtratını kendine program yapan ise kurtulur. Sahip olduğu İslam fıtratının öz programını, bozuk yanlış yönelişlerle bozup Allah’ın razı olmadığı bir programla yaşamını düzenleyen ise, kaybeder.

İslam fıtratını bozmak ise, kişinin en yakın çevresi ile başlar. Ebû Hüreyre”nin (ra) naklettiğine göre, Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurmuştur: “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…” (B4775 Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; M6755 Müslim, Kader, 22)

Genetik kalıntı bizzat çocukla mecz olarak dünyaya kirli ve günahkâr gelmesine neden olmaz. Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenip çekemez. Fatır suresi 18. Ayete bakalım; “Yükü ağır olan onun taşınması için çağırsa en yakını bile olsa ağırlığından bir şey yüklenemez. Sen ancak görmediği halde Rablerinden korkanları ve namazı dosdoğru kılanları uyarırsın. Kim temizlenirse o sadece kendisi için temizlenir. Dönüş Allah’adır.” Ayeti dikkatli incelediğimizde, hiçbir insan diğer bir insana her hangi bir günahını yükleyemez, velev ki en yakını olsun.

Yani genetik kalıntı, bebeğin fıtratının bozuk olarak dünyaya gelmesini değil, dünyaya geldikten sonra sadrına yüklenen vesveseler ilk etapta yaşamını etkiler. Sonra bu etkileme peyderpey genişleyerek devam eder. Zira çocuk büyüdükçe çevresi genişler ve muhatap olduğu kitle de genişleyecektir. Bunun delili ise, Nas suresidir. Nas Suresin de mealen şöyle buyuruyor; “De ki: Cinlerden olsun insanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese sokan sinsi şeytanın şerrinden insanların rabbine, insanların malik ve hâkimine, insanların mabuduna sığınırım!”

Demek ki daha bebek doğar doğmaz gelen insi ve cinni vesveselere maruz kalır. En yakın vesveseler ise, Öncellikle anneden sonra babadan gelir. Hangi fikir İslam dışına kaymışsa, o fikir şeytanidir. İşte anne baba başta olmak üzere çevresi yeni doğan çocuğa aşırı sevgiyle bakmaya başlarlar. Bu aşırı sevgi, anne babanın düşüncelerinde olan meleki fikirleri yüklediği gibi, şeytani fikirleri de o çocuğun kalbine yönlendirir. Tertemiz fıtrat daha o zaman değişmeye başlar.

Aynı olay sütanneler için de geçerlidir. O yüzden sütanne seçersek, itikadı ve ahlakı temiz olan kişilere seçerek, bebeğimizin ilk yıllarını saf tutmaya gayret edelim. Örneğin çocuk sütünü içtiği kadına da benzer. Çünkü ilk iki yaşında sütannenin sütünü emmeye başladığında, o anda aşırı bir bağ kurulur.  Sütannede İslam dışı yönelimler varsa, otomatik olarak yüklenir.

İşte onun için, bilelim ki, her çocuk temiz doğar ama çevre, çocuğu adım adım kirletir. Ama günahlar takriben on beş yaşına kadar yazılmaz. Çünkü daha iradesi gelişmemiştir. Buluğ olmasıyla yönlendirici irade oluşmaya başlar. İşte genetik kalıntı diye bize yutturulan materyalist Müslümanlığın olmadığını, Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimiz hadisiyle gerçek olmadığı gördük. Dilimiz döndüğünce de izahını yaptık.

Seyyidlik durumunu düşünelim. Burada da genetik kalıntı akmaz. Ama şunu unutmayalım ki, Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizin ilk bakış attığı Hz. Fatima ra ile nübüvvet nazarıyla onun ruhuna bakış etmiştir. Bu bakış Hz. Fatima ra annemize işlenmiş ve o nazar yeni doğan bebeklerine anneden sirayet etmiştir. Aynı sirayet Hz. Hasan ra ile Hz. Hüseyin ra da bebeklerine yapmış ve bu bakış silsile ile devam edip günümüze kadar gelmiştir.

Yani seyit olan kişi nefsine oyup günaha bulaşsa da, Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizden silsile ile devam edip gelen nübüvvet nazarı devam etmektedir. Dolayısıyla seyit olana hürmet ettiğimizde, onlarda var olan nübüvvet mührünün sahibi olan Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizin nazarı kendisine sirayet etmekte, öylece kalbine güzellikler yansıyacaktır. Akıl bunu kabul etmeye bilir. Ama işin hakikati üzerine inat yapılmadan derin tefekkür edildiğinde, olayın hakikati kalbe ledünni bir ilim olarak akacaktır. Yani Seyyid olmak da genetik bir durum değil tümüyle doğum sonrası oluşan nübüvvet nazarıyla tecelli oluşmuştur.

Şu iki nakile kulak verip konumuza devam edelim; Hz. Enes’den nakledilen bir rivayete göre, Hz. Peygamber’e (asm), “Al-i Muhammed kimlerdir?” diye soruldu, o da: “Her takva sahibi olan kimsedir.” buyurdu ve ilave olarak da “Allah’ın velileri ancak takva sahibi olan kimselerdir.” (Enfal, 8/34) ayetini okudu. (Taberanî, el-Evsat, 3/338/ h. no: 3332) Doğru rivayetlerin yanında, yanlış bilgilerin de bulunduğu “Nehcü’l-Belağa” isimli eserde, Hz. Ali’ye ait olduğu söylenen şöyle bir söz vardır: “Muhammed (asm)’in gerçek dostu, isterse soyu ona ulaşmasın, Allah’a en fazla itaat edenidir. Muhammed (asm)’in düşmanı da isterse soyu ona ulaşsın, Allah’a isyan edendir.”

İşte bizler, Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizin soyundan gelenleri sever ve sayar hem hürmetle anarız. Anne babanın nazarı onlar için de mevzu bahistir. Çünkü Hz. Ali ve Hz. Fatma Çocuklarına nübüvvetin verdiği feraset bakışıyla baktılar. Ve bu bakış müteselsilsen günümüze kadar devam etti. Kıyamete kadar da devam edecektir.

İşte o nübüvveti bakış, seyit ve şeriflerde hala vardır. Farkında olmasalar da vardır. O yüzden onlara hürmet edildiğinde, doğal olarak onlarda rahmet nazarıyla bakacaklarından, bizim lehimize olacaktır. İşte seyit ve şeriflere hürmet bunun için önemlidir. Çünkü nübüvveti bakış, anne ve babadan sirayetle, onların bakışında devam edip gelmektedir.

Ayrıca seyit ve şerif olanlar, eğer İslami bir hayat tarzı yaşamıyorsa gene de nübüvveti nazar hürmetine onlara rahmet kanatlarımızı sermeliyiz. Onları üzmemeli ve hürmet etmeliyiz. Zira onlara kalben derin bakışla bakıldığında nübüvvet bakışını onların bakışları arasından sezersin. Kendileri bunu farkında olmasalar da hakikat böyledir.

Bu izahatlardan sonra bilelim ki, insanın manevi yönde İslam fıtratıyla bezenmiş olarak dünyaya gelmesi genetik kalıntı değil, sonradan bize yüklenen haletlerdir. Çünkü genetik kalıntı olsaydı her çocuk temiz fıtrata uygun doğamazdı. Bu durum herkeste aynı olduğu gibi, seyitlerde dahi aynıdır.

İmani kuvvenin ve kişinin brimsel düşünsel alanında genetik aktarım yoktur. Genetik aktarım sadece fiziksel olarak kişinin zahirinde yani bedensel olarak tecellisi oluşur.

İnsan yetişme şartlarırına ve içinde bulunduğu ortamına tabi olarak zihinsel olarak gelişr.Genlerine göre zihinsel bir fonksiyon asla aktarılmaz.

Örneğin Ebu leheb ve diğer kardeşleri, Hz. Yusuf as ve kardeşleri gibi.Hz. Nuh as ın oğlu ve Habil ile kabil aynı genetiğe sahip ama biri katil öteki melek huylu bir hayatiyet.

Görüldüğü gibi biri nuraniyette zirve yaparken diğeri narda kalabiliyor. Genetik olarak bir şeyin akmayacağının kanıtı olarak bu örnekler önümüzdedir.

Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi vessellem efendimizin kendisini taşlayan kafir olan kişilerin çocuklarının soyundan mümin insanlar doğar diye cebraili durdurması, kişi bazlı oluşan Allahın değişmez fıtratını bize götermiştir.

Cebrail, o kafirleri yok edeyim mi diyince, hayır onların soyundan müminler doğar diyor.

Demek ki genetik her şey değil, tümüyle afaktan bebeğe ve insanlara oluşan bir etkileşimle, insanlık manevi şekli kıvam alır.

Ebû Hüreyre”nin (ra) naklettiğine göre, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi vessellem efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…”

(B4775 Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; M6755 Müslim, Kader, 22

Genetik kalıntı şeklinde kulaktan dolma şeklindeki şehir efsaneleri, hakikatı yansıtmamaktır.

Velhasıl her kişi islam fıtratı ile gelir, daha sonra şekillenir.

Yorum yapın