ALLAH ŞİRKİ AF ETMEZ

Halk ile Allah’ı aynı düşünmek küfürdür. Böyle düşünerek şirkten korunayım diyenin psikolojisi bozuktur. Acilen bir psikiyatrikte görünmelidir.

Tüm olayların kökeninde, kişinin kendisini aşka kaptırmasıyla gerçekleşir. Çünkü bu hastalık, insanın aklını kısıtlar ve nari katmanı zirve yapar. Nari katmanın zirve yapmasıyla da, şeytani varlıklar kişiye sağdan yaklaşıp onu ulvi hedeften alıkoyar.

Aşkın psikolojik hastalığında kişi kendisini kaybederek hakikatine yabancı kalır. Öylece ne yaptığını bilmeden doğru yolda olduğunu zanneder.

Kişinin aşkın psikolojik hastalığında kendisini kaybetmesi, onun için en büyük tehlikedir. Çünkü öylece sağlıklı düşünmekten mahrum kalır. Oysaki birçok ayet, akıl etmez misiniz? Evet, akıl edemez, çünkü aklını âşık olduğunda yitirmiştir.

Bu akıl yitirmesi, sadece kendisini Allah’a âşık sanmasında değil, kendisini içinde yok olacağını zannettiği hangi obje olursa olsun, kişi onu düşünüp aklını askıya alırsa, mahrumlardan olur.

Akıl en büyük hazinemiz ve aklı ziyan edecek veya askıya aldıracak her eylemden uzak durmamız, Allahın üzerimizdeki hakkıdır.

Halk ile hakkı birleştirmek, aşk hastalığına yakalananların, bu hastalık sonucu akıllarının kendilerinden uzaklaşıp muhakeme gücünü kaybedip öylece delirmelerindendir.

Bunları meczup diye nazikçe adlandırırlar. Kusurlarına bakılmaz. Ama aklı başında olan o sofraya otursa, küfre sapar. Zira cenabı hak, tüm halkı hak üzere yaratmıştır. Hak olarak değil, bu farkı fark et ve küfürden arın.

İşte bu saplantı, aşkın kişide oluşturduğu bir hastalıktır. Zira aşk, yakmayı ve sadece maşuku bırakmak ister. Hatta hatta demişlerdir ki, âşık ve maşuk diye ikilikte de şirk vardır. İkisini de kaldır. Eee… Tam bir boşluk kişi kapsar. Neye ve nasıl inanacağını bilmez olur.

Bu aşk illetini, İran’ın fethinden sonra, bazı kişiler oradaki aşk kültürünü İslam’a uyarladılar. Hani ateş pereseler kendilerini aşırı aşka kaptırıp ateşte yok ediyorlardı ya, işte bunu İslam’a uyarladılar ve sünneti seniyyede olmayan yeni bir inanç şekli türedi.

Oysaki İslam’ın temel kaynağı Kur’andır ve sünneti rasulullahtır. Orada der ki, onlar da Allah’ı sever, Allah’ta onları sever. Hem bakın olaya, ortada ikilik vardır ve ikilikte şirk değildir.

Demek ki şirk, insanın ulûhiyette, melikiyette ve rububiyette Allah yanı sıra bir söz sahibi tanımasına deniliyormuş. Yoksa şirk, kendi varlığının farkındalığı değilmiş.

Zaten sana varlığının farkındalığını unutturanlar, senin dostun değil, olsa olsa senin düşmanındırlar. Senin hüviyetini kaybettirip düşmana peşkeş çekmek isteyen şeytani oyunlara alet olmamak için, kendi varlığı en güçlü şekilde fark edip, rahmana boyun eğmek zorundasın.

Hele bakın şu ayete; Ey iman edenler! İçinizden kim dininden haklı ve hayırlı çizgiden geri döner irtidat ederse, Allah onların yerine kendisinin onları sevdiği, onların da Kendisini sevdiği; mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu,’ Allah yolunda cihad edip çaba harcayan ve gerçekleri savunmak hususunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah rahmetiyle Vâsi geniş ve kuşatıcıdır, Alîm’dir.” (Maide suresi 54)

Yani İslam’da teveddüd söz konusudur. Teveddüd te karşılıklı muhabbet vardır. Yani esas vahdet, halkın hakkı hakkın istediği şekilde sevdiği yoldur.

Allah sonsuz, hudutsuz, tektir. Bunu böyle kabul etmek zorundayız. Mutlak zat dediğimiz de ise, tüm kavramlar düşer ve sadece “HU/O” der tükeniriz. Çünkü Allah ismi, mutlak zat kendisini bize o isimle tanıtır. Mutlak zatı Allah olarak bilir ve zatına “HU/O” isim zamiriyle işaret edebiliriz.

Ama mutlak zatı kendi anlayışımıza göre şekillendirirsek yanılırız. İşte esas sorun orada başlar. Çünkü asla ve asla mutlak zat tefekkür edilemez. Ancak mutlak zatın kendisini bize tanıttırdığı kadar onu tanır ve kullukta bulunuruz. Yoksa yanlış düşüncelere dalar İslam itikadından uzaklaşmış oluruz.

Çünkü mutlak zatı olarak sonsuz hudutsuz vs bile düşünmek hatadır. Çünkü mutlak zatı asla düşünemeyiz. Onun zatını tasvir için hiçbir kelime kullanamayız

Onun zatını tasvir için kullandığımız her kelime sınırlı olan hulkiyetimizden sadır olmuştur. Dolayısıyla sonsuz ve sınırsız kavramları da, hulkiyetimizden doğan kavramlardır.

İşte sonlu ve sınırlı anlayışımızdan çıkan tabirlerle onu tasvir edip sonra kendimizi onda yok etmeye kalkmamız, çok büyük hezeyandır.

İşte sonsuz hudutsuz derken aslında demek istediğimiz bizim ister şuurumuzun ve idrakimizin, mutlak zatın kendisini Allah olarak tanıttıktan sonra, Allah’ın sıfat ve esmalarının sonsuz ve sınırsızlığı ile ilintilidir. Yoksa buradaki sonsuzluk ve sınırsızlığın mutlak zatı tabir ettiği yönüyle değildir. Onun zatı her düşünceden ve kavramdan beridir. Dolayısıyla mutlak zatı tefekküre düşünce planımız yetmez.

Mutlak zatın kendisini bize Allah olarak tanıtıp onun özelliklerinin ise sonsuz ve sınırsız olması olayı, her şeyimizle onun büyüklüğünü ve azametini olduğu gibi kavranamayacağı hakikatidir. Onun için de Allahu ekber deriz.

Esmalarında anlamları yapılırken diyorlar ki, çok rahimli, çok kerimli vs. Aslında bu tercüme kabul edilemez. Çünkü bu tabir dahi bizim idrakimize göre bir tanım olup ona hudut koymuş oluyor.

İşte, esmalar esma âlemini anlatır. Sıfatlar onun subuti sıfatlarını. Zat ise, zatini tanıtmak içinde ona zati sıfatlarla işaret edilir.

Bir konuya daha işaret ederek bu söyleşiyi tamamlayalım; Rahman arşın üstüne istiva etti, Rahim arşın altında varlıkları oluşturdu. Rahman ana Rahim baba gibi kavramlar, asla ve asla İslam itikadında mevzubahis değildir.

Çünkü anne ve baba iki ayrı cins arasında gerçekleşir. Ortaya onlar gibi başka bir cins meydana gelir. Oysaki Rahman olan Allah, her varlığı belli başlı esma kuvveleri ile ve tüm içerikleri ile birlikte kün emriyle yaratım alanına koyar.

Yaratım alanı ise, arşın altı olarak Rahim esmasının tecellisine mazhar olarak oluşur. Yaratılan her varlık ise, Abdurrahman olarak oluşur. İbnurrahman olarak değildir. İbnurrahman olarak varlıklara bakanlar, hak yolundan sapmışlardır. Hıristiyanlar sadece İsa Allah’ın oğlu dediler. Birçok sözde tasavvufçular ise, herkesi ona oğul yaptılar. Bu resmen sapkın bir inanış ve şirktir.

Allah her günahı istediğine affeder ama şirki asla af etmez.

Yorum yapın