AYNI RUHUN PARÇALARI DEĞİLİZ

Tek ruhun parçaları mıyız? Parça mıyız? Tek miyiz? Ruh muyuz? Neyiz acaba? Ruhundan üflemişse, ruhu bizde bölüm mü olmuş? Ruhundan nereden nereye üflemiş?

Öncellikle bilelim ki, Allahın ruhu derken maksadımız mutlak zatın ruhu olmayıp, mutlak zatın hududsuz nurunu seyrederken, nurunda olan manaya işaret için bu tabir kullanılır ki, hakikatını sadece Allah bilir.

Dolayısıyla Allah’ın ruhu derken maksat haşa insanın bedenindeki bir ruh misali, zatının içinde var olan ve haşa mutlak zata canlılık veren bir oluşum düşünmeyelim. Zira Allah böyle şeylerden münezzehtir.

Onun ruhu yani zatının yansıyan nurunun sahip olduğu öz manası da parçalanmaz. Bizde olan ve onun bize üfürülen ruhu dahi parçalanamaz. Dolayısıyla aynı ruhun parçaları da değiliz. Bize yansıyan ise, aynı ruhun yani mananın ayrı ayrı konumlanmasıdır. konumlandığı mahal değişken olduğundan, her varlığın sahip olduğu hissiyatta değişkendir.

Zira kişi yaptığı çalışmalarla, sahip olduğu kabı sürekli değişir. Değiştiği için de, her an yeni bir tarzla fiiller aleminde yerini alır. Dolayısıyla sürekli algılaması genişleyip daralır.

İşte ruh derken, bunun hakikatını asla bilemeyiz. Çünkü ruh rabbin emrindendir diye ayet vardır. Onun emri de bir şey irade ettiğinde sadece ol der, o da oluverir.

Bir örnekle açıklayalım. Lütfen bu örnekteki manayı alın ve örneği çöpe atın. Çünkü hiçbir örnek bu hakikatı olduğu gibi tarif edemez.

Birçok ayrı kıvamda boş bardak düşünün. Tümünün içine hava dolacak. Her bardak sahip olduğu kıvrımlara göre havayı içine alacaktır. Tümünde aynı hava parçalanmadan ve bölünmeden yer alacaktır.

İşte bu örnekteki gibi, Allah’ın insana üflediği ruhu, yani insanda oluşmasını istediği mana kuvvesi insana üflenmiş ve her insan, sahip olduğu rububiyet alanına göre üflenen ruha ev sahipliği yapmıştır. İşte üflenen ruh parçalanmamış, bölünmemiştir.

Her insan sahip olduğu bünyesine göre ona ev sahipliği yapıyordur. Nasıl ki büyük bardak aynı havadan içine çok alıyorsa, küçük bardak az alıyorsa, ama her iki bardaktaki de aynı hava ise ve havanda ayrılıp oraya girmiyorsa hem hava bölünüp parçalanmıyorsa, işte insana ruhundan üfledi diye insana üflenen ruh yanin onun sahip olduğu mana ve onun emrinden olan oluşum, ondan parçalanıp ayrılmamıştır.

Zaten bir ayrılık veya bir bileşim söz konusu değildir. Zira hiçbir varlık onun zatından yaratılmamıştır ki onunla birleşim veya ayrılık mevzubahis olsun. O zatı itibariyle SUBHANEhu ve tealadır.

Mutlak öz nurunun ihtişamından bir tutam alıp, yoğunluğunu düşürüp içine emrinden emirler verip, içinde oluşturduğu tüm bileşimsel varlıklardan da münezzehtir.

O zatı olarak tenzih ve teşbihten beri olup, yarattığı valıklar ile mutlak zatı arasında tenzih veya teşbih mülahaza etmek, hataların en büyüğüdür.

Zaten her bir insan tüm varlığını ve sahip olduğu tüm öz cevherini onun nurundan alarak kıvam almış ve rububiyet alanı olarak rabbine teslim bir halde nefsin sahibi olmuştur.

İşte her nefis ayrı kıvrımlara sahip bir bardak gibidir. Ruhullaha yani nefhedilen ruhuna yani onun emrinin manasına ev sahibi yapmaktadır.

İşte mümin kulumun kalbine sığarım olayı buraya dayanmaktadır. Ama her insanın ev sahipliği de değişkendir. Çünkü bardağının boyu ayrı ayrıdır.

Olay yanlış anlaşılmasın diye ifadelerde tekrarlar olmuş olabilir ki, maksadımız bu önemli mevzunun tam olarak anlaşılması ve yanlış bir algılamaya mahal kalmaması amacına dönüktür.

Ayrıca verdiğimiz tüm bu örneklemeler olaya yaklaştırmak içindir. İşin hakikatını ancak Allah bilir. Kalbimizin kaymasından Allah’a sığınırız.

Yorum yapın