ŞEFAAT YA RESULELLAH DEMEK ŞİRK MİDİR?

Konuya Mâide / 92. Ayet ile başlayalım… “Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve onlara itaatsizlikten sakının. Eğer itaatten yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen açıkça tebliğ etmekten ibarettir.”

Allah ve resulünü sakın ayrı görüp gaflete düşme… Bu ayrılık bedensel veya maddesel veya varlıksal bir ayrılık değil… Seni sana sunan himmetin kalbine ilkası için gerekli olan teslimiyet ve yönelimle ilintilidir.

Mutlak yaratıcı olarak baktığımız da ise, Allah yaratandır ve Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz ise yaratılandır.

Ama bizim tarafımızdan bakılınca ise, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz geminin kaptanı ve biz ise geminin yolcusuyuz.

Allah gemiyi kendisine teslim etmiş ve bizimde kaptanın sözlerine titizlikle uymamızı istemiştir. Yani Allah demiş ki, sen Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve selemi dinlersen, beni dinlemiş gibi olursun. Çünkü benim resulumdur.

Sen Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve selemi dinlemez ve muhabbet beslemezsen, benden mahrum kalırsın. Çünkü bana gelen yol, ondan gelmektedir.

Onun için de kelimei şehadette, “EŞHEDU EN LA İLAHE İLLELLAH VE EŞHEDU ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RESULUHU” tek bir kelime olarak bize ilka edilmiştir.

Bazı kişiler Şefaat ya rasulellah sözüne neden karşı çıkarlar? Bunların amacı Ne? Zihin algıları ile ne amaçlıyorlar? Gerçekten de Şefaat ya rasulellah” demek şirk mi?

Öncellikle bilelim ki… Öyle diyenler olayın cahilidir. Vehhabi itikadıdır. İngiliz ajanlarının kalıntılarıdır.  u şekilde söyleye söyleye peygamberimizin muhabbetini toplumdan aldılar.

Muhabbet bitince ise, artık toplum başıboş bir halde kaldı. Neye inanayım neye inanmayayım derken, her şeyi bırakıp gitti. Bir kısmı ateist oldu. Bir kısmı deist oldu. Bir kısmı da cumadan cumaya namaz kılar kaldı. Bir kısmı Müslüman’ım dedi ama tüm amelden uzaklaştı.

İşin başı neydi, peygamberimizin muhabbeti… O muhabbet gidince, ümmet dımdızlak ortada kaldı. Batılı güçler bildiler ki, peygamberimizin sav muhabbeti gönülde durdukça, diş bilenemez. Tek çareleri bu muhabbeti kaldırmak için çabalamak oldu.

Sahabe onu sevdi… Tabii onu sevdi… Ta Osmanlıya kadar… 600 yıl hüküm sürdü. Peygamberimizin muhabbeti ile yıllarımız harmanlaştı.

1800’lerde İngiliz ajanları aldıkları eğitimle, bu kanaldan saldırdı İslam’a… Neymiş, peygamberimizin muhabbeti şirkmiş…

Oysaki ayetlerde, Allah ve resulünü ayıranların hezimete uğradığını söyler… Allaha ve resulüne itaatı farz edilmiş…

Peygamberimiz sav kabıkavseyne ulaştı…. Sonra ne mi oldu? Peygamberimizin söylediği her söz, Allah’ın mülkünde Hatem oldu.

Baksanıza şu hadisi şerife…

“Allah’ın elçisi bize şöyle hitâb etti: “Ey insanlar! Hac size farz kılındı. O halde hac yapın.

(Sahâbeden) bir adam:

– Ey Allah’ın elçisi! Her sene mi (hac yapmak bize farz kılındı)? Diye sordu.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ona cevap vermedi.

Sahâbî sorusunu üç defa tekrarlayınca Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

-Evet deseydim, her yıl farz olurdu, siz de buna güç yettiremezdiniz.

Sonra şöyle buyurdu:

-Size açıklamadığım hususlarda beni kendi hâlime bırakın. Sizden önceki topluluklar çok soru sormaları ve peygamberleriyle ihtilâfa düşmeleri sebebi ile helak olmuşlardır. Size bir şey emrettiğim zaman, gücünüz yettiğince onu yerine getirin. Sizi bir şeyden yasakladığım zaman da onu bı­rakın.” (Müslim; Hac; hadis no: 1337).

Düşünsenize, Allahın kâinatındaki sünnetullah, peygamberimizin bir evet demesiyle -denilebilecek şekilde- tetikte bekliyor.

Bir kişinin Peygamberimizin muhabbetiyle dolup “ŞEFAAT YA RASULELLAH” Demesi şirk değil, aksine bu sözle, ruh dünyasını peygamberimize çevirir, muhabbetiyle dolar, yolunu yol edinir, en sonunda da şefaatına müstahak olur.

Yoksa şefaat ya Resulullah dediğinde, kişi gidip peygamberimizi Allah’ın mülküne ortak etmiyor ki… Zaten “LA İLAHE İLLALLAH” demiş ve tüm ilahları ret etmiştir. Daha işin başında…

İşte Aziz kardeşlerim; İngiliz ajanlarının süslü cümleler ile aramıza enjekte ettikleri cümlelere kanmayalım.

Bilelim ki… Bizim için yegâne çare… Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin muhabbeti ile dolmaktır.

Kalbimizden Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin muhabbetini çıkardığımız anda, onun yerine başkasının muhabbeti girecek ve öylece şirazeden çıkıp, kaybedenlerden olacağız.

Büyük âlim ve Arif olan şeyh müşerref ks, peygamberimizin muhabbetini dile getirirken demiştir ki… Hem de tüm bu İngiliz ajanlarının süslü cümlelerine rağmen…. “MEDED SENSİN YA RASULELLAH”

Burada şefaat konusunu genel olarak yazdık ki, millet uyansın. Gerçekten de durum vahim… Mana namına bir şey bırakmadılar. Madde ve teori arasına sıkıştırılmış bir din anlayışını sundular.

Kalbi muhabbet gidince, maddesel görüşteki dini kavrayışta havada kaldı. “Ne elime geçiriyor bu din” deyip terk edildi. Madde girdabında yumulup gitti.

İşte işin başı, peygamberimizin muhabbetini kaldırmak ile başladı. O şirk, bu şirk, sen şirk, ikilik oldu şirk, ne bileyim birçok oyun…

Oysaki FATİHA SÜRESİ ORTADA… Biz sana kulluk ederiz… Biz senden yardım alırız… Baksana… Biz ve Allah… İşte tevhit… İşte İslam… Gerisi şeytanın kulağa üfürmesi… Ve kandırması…

Buna uyanmam yıllarımı aldı. Nice nice sarp kayalarda nöbet bekledik. Tam düştü düşecek derken ışık gözüktü.

En büyük güzellik… Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimizin dizi dibinde oturmaktır.

En büyük mürüvvet… Allaha secdeye varmaktır.

Gayrisi dedikodu ile vakit tüketmektir. İşte vardığım son nokta burasıdır.

Yorum yapın