ŞİRK NE DEMEKTİR

Allah mutlak zatı olarak var ettiği tüm yarattıklarından münezzehtir.

Bunu böylece bildikten sonra varlık üzerinde az yolculuk edelim…

Allah, bizi kendi zatının vechinden kendinden kendine diye izah edebileceğimiz bir tarzda, şekilsiz ve şemasız diye izah edebileceğimiz bir halde, yansıyan ve adına gizli hazine dediği nurundan bir tutam alıp, o bir tutam nurdan var eyledi.

İşte bu kısa izahtan anlaşıldığı gibi varlığımız, Allahın zatına değil, Allâh’ın nuruna dayanır.

Onun nurunun içeriği ise, sayısız kuvveden oluşur. O kuvvelerin herbiri de ayrı bir isimle isimlendirilmiştir.

Bu kuvveler Allahın esması olarak bize tek tek tanıtılmıştır.

Varlığı bu bir tutam nurun içeriğinin dışında, ayrı bir varlık olarak düşündüğün zaman; bir VacibulVücut olan Allah var, bir de ben tümüyle ondan bağımsız bir varlık olarak varım düşüncesi ortaya çıkar.

İşte bu düşünce tasavvuf ehli nazarında şirk olarak tarif edilir.

Çünkü tasavvuf ehli varlığın oluşumu hakkında derinlikli olarak nazar ederek yola çıkar.

Bu nazar edişi de İslam itikadına uygun düşünüp, batıl fikirlere kaymaması için, tüm ilmi unsurları tüm etraflarıyla irdelemek suretiyle düşünce dünyasını oluşturur.

Zira varlığın katmanları seyredilirken, olayın özünden ayrılan bir çok düşünce akımları türemiştir ki, bu düşünce akımları dünyadaki bir çok dinde veya düşünce akımında görülmüştür.

Bu düşünce akımların genel felsefesi ise, olayın hakikatından uzaklaşarak kendilerini tanrı olarak isimlendirdikleri aşkın varlığın parçası veya onun kendileriyle birleşimi veya tek tanrının kendilerinden zuhuru olarak mülahaza ederler.

Bu mülahaza ile olayın çehresinden ayrılarak, bambaşka bir temel kurup öylece bir düşünce dünyası kurarak, öylece kendilerini konumlandırırlar.

Zaten olayı tefekkür ettimizde, bu düşüncelerin olayı yanstmadığı hemen anlaşılacaktır.

İşte bu düşünceler hayali bir tanrı anlayışına dayandırılır ki hakikatı ise, şirkin veya küfrün ta kendisidir.

Olayın hakikatını yanlış anlayan kısırlı bakış sahipleri de, deizm veya ateizm gibi kendilerine çakma birçok inanç şekilleri oluşturmuşlardır.

İSLAM itikadını bilmeden maddenin veya mananın çehresini anlamak isteyenler, olayın hakikatını anlamadan yanlış düşünsel temeller kurarak ilerlerler.

Bu ilerleme sonucu, varlığın gerçek içeriğinden uzaklaşarak, içinde olduğu alemi başka vecihle konumlandırırak, vermesi gereken hakları veremeden özüne giden yoldan mahrum olurlar.

Zira olayın özünü katıksız bir şekilde, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi vessellem efendimiz izah eylemiş ve insan için gerekli olan tüm perspektifleri apaçık bir dille izah eylemiştir.

Esas gayenin iman ve amel olduğunu ve olayın iç yüzünü bilip bilmemenin amelle ilintili olmadığını ve ameli terk edenin herhangi bir şeye kavuşamadığını haber etmiştir.

Onun yolunu terk edenlerin ise, hiçbir maksada ulaşılamadığı haber edilmiştir.

Kurtulaşa ermek isteyenlerin İSLAM itikadına bürünmek zorunda olduklarını, son nazil olan ilahi kelam haykırmaktadır.

Son ilahi kelama bütüncül bir itikatla ve ilimle bakamayanlar ise, yanlış yolda olduğunu anlayamaz!

Zira elimizdeki yegane sağlama ve mizan ilahi sunumdur.

Bunları böylece bildikten sonra bilelim ki, varlıkta ALLAH yanısıra, tümüyle ayrı özgür ve dilediğini kayıtsız şartsız yapabilen tümüyle bağımsız vücut sahibi varlıklar kabul etmek şirktir.

Zira VacibulVücut olan sadece Allah’tır.

Tüm yaratılanlar VacibulVücut olmayıp, varlıkları Allah ile kaim olup, gölge vucüt veya sanal vucüt diye tanımlayabileceğimiz tarzda Allahın yaratmasıyla var edilmişlerdir.

Tüm alemlerin varlığı yaratılış bakımından, Allahın fiili olarak yer alıp içerik olarak Allahın yaratımlarıdır.

İçerik olarak Allahın yaratımı olan mahlukun, hal ve davranışları Allahın fiilleri olmayıp, her yaratılanın kendisine Allah tarafından bahşedilen özelliklerin birbirine göre seyrinden başka da bir şey değildir.

İşte bu seyirlerde mahlukun içinde oldukları tüm vaziyetler ve bu vaziyetlere ermek için sahip oldukları tüm kuvveler, Allahın nurunun kendisinden oluşan nurani tecellilerden başka bir oluşum değildir.

İşte bu noktada nurani bir vucud olarak yaratılmış olan varlığını kalkıp zati bir varlık zannetmek ve sonra da ben kendi kendime varım demek kadar da hakikat dışı bir düşünce tarzı olamaz.

Bu düşünceye bürünüp, ben ve Allah anlayışıyla  düşünmek çok sakat bir anlayıştır.

Ama bu düşüncelere dalmadan, Allah ile kaim olduğunu bilip, tüm güç ve kuvvetinin Allahtan geldiğine iman edip, öylece dünyasını yaşamak, şirk olmayıp, kendisinin de kurtuluşuna vesile olacaktır.

Tavsiyemiz şudur ki, eğer olayın teferruatıyla kafasını yormak istemiyorsa, tüm havl ve kuvvetin kendisine Allahtan geldiğine iman edip, haramlardan sakınıp emirlere yapışıp, öylece sonsuz güzelliklere kanat çırpmaktır.

Ama olayın özünü öğrenmek istiyorum dersen, o zaman çok dikkatli adım atıp kesinlikle düşünce dünyasına sahip çıkmak zorundadır.

Zira teferruatlara dalarken, eğer yolun tüm nazariyelerini bilen biriyle yol yürümüyorsa, her an ayağı kayacak bir yolda olur ki, ufak bir çalkantıda, herşeyini yitirebilir.

Onun için de tasavvuf ilmi, çok riskli bir mecra olup, kesinlikle her kafası karışınca danışacağı bir rehberle yol yürümesi esastır.

Yoksa kafama göre yürüyeyim derse, ayağı kaydığında, artık istikamete gelmesi çok zor olacaktır.

Zira ilmen ve fehmen üzerine eğildiğini hak bilecek ve bir daha esas mecraya gelemeyecektir.

Bu gerçeğe binaen, mana yolunun yolcusunun mana yolunda yürürken, yol rehberi olmadan yol yürüyenin, rehberinin şeytan olduğu söylenmektedir.

İşte tüm anlatımlardan anladık ki, BEN ve RABBİM hakikatı, yaratılmışlık planında hakikattır ki, bu hakikati red etmek, kişiyi İslam çizgisinin dışına atar.

Çünkü benliğimiz, yokken yaratılmış ve artık varlık olmuştur. Artık biz varlıklar Allahın yaratımıyla var hükmünde olup Allah ile kaimliğinin farkındadır.

Bu hakikata da, YA BAKİ ENTEL BAKİ dyerek faniliğinin Allahın yaratmasıyla var eldiğini ve varlığının öylece oluştuğu fark eder.

Bu kabul şirk olan bir fikir olmayıp, tevhidin ta kendisidir.

Yorum yapın