YARATIM TECELLİSİ

Öncellikle bilelim ki, panteistlik girdabı öyle şeytani bir girdaptır ki, giren artık kolay kolay çıkamaz. Kisvesini değiştirir ama düşüncesini devam ettirir.

Şu olayı hatırlayalım; Hz. Zekeriya aleyhisselam ağaç kabuğunda kesilirken bağırmaya başlıyor. Hemen vahiy geliyor; eğer biraz daha bağırırsan senden peygamberliği alırım diyor Allah cc. Sonra sesini kesiyor ve Allah cc ruhunu teslim ediyor.

İşte esas mevzu bağırırken niye bağırıyor, vahiy alırken yani seyir açılırken neye şahit oluyor da susuyor?

Koskoca peygamber… Allah’ın ilmiyetini müşahede eden ve yakınlığı için vahiy alan mukaddes bir kişilik

İşte seyri, aşırı zikirlerle mecz olduğu için, iki alem açılıyor o anda. Önce dünya tarafını düşünüyor, beşeri yönü devreye giriyor. Hemen perde açılıyor ve vahiy iniyor. Beşeriyetten sıyrıl ve cemalın seyrine dal, eğer beşeriyette kalırsan, tard olursun, ilahi vahyi ile, hızlıca teslimiyete bürünüyor. Ve öyle ülvi makama geçiyor. Selam olsun üzerine…

Genel itibarıyla Allahın tecellisi yanlış anlaşılıyor. Allah tecelli ederse, ne olur? Nedir Allah’ın tecellisi? Bu konunun iyice anlaşılması icap eder.

Allah eğer biz-ZAT tecelli ederse, ki bu muhaldir, o bakışta mahluk diye bir şey olamaz.

Eğer Allah bis-SIFAT tecelli ederse, ki bu da muhaldir, gene de mahluk diye bir şey olamaz.

Eğer Allah bil-ESMA tecelli ederse, gene de mahluk diye bir şey kalamaz.

Eğer Allah bil-FİİL tecelli ederse, ki bu da muhaldir, gene de mahluk diye bir şey olamaz. Çünkü TÜMÜ HULUL OLUR. ALLAH için hulul muhaldır.

O zaman nedir bu tecelli? Çünkü ayette Allah tecelli eder diye geçer. Allah tecelli eder ve yaratımını yapar. Kul bu tecelli ile yaratımını bulur içinde bulunduğu hali tefekkür edip yoluna devam eder.

İşte tecelli, Allahın yarattığı mahluk üzerinde -YARATIMINI- biz-ZAT, bis-SIFAT, bil-ESMA, bil-EFAL zuhur etmesidir. İşte tecelli YARATIM tecellisidir. Yoksa HAŞA Allahın gelip yarattığında hulul etmesi değildir.

İşte hakkın tasarrufu, bu yaratım tecellisini oluşturmasıdr. Kula düşen ise hakkın tasarrufunu seyir etmesidir. Yoksa tecelli, haşa Allah mahluku içine koyma asla değildir.

O yüzden de kırık bilgilerle bu başsız ve dipsiz olan muamma çözüelmez. Bırak çözülmesi, ne olduğu dahi hissedilemez. Çözülür veya hissedilir diyen ise, kendi çözülür ve hevasına tabi olarak kaybedenlerden olur.

Onun için de tecellinin ne olduğunu iyice idrak etmek gerekir. Yoksa yanlış itikada gireriz. Çünkü Allah her günahı affeder ama yanlış itikadı yani şirki affetmez. Bu ayetle sabittir.

Bunun bilerek veya bilmeyerek diye ayırımı da yoktur. Yani bu işin lamı cimi yok, Kur’an ortada ve kişi kendisini ona göre düzeltmek zorundadır. Allah her kuluna bunu illaki bildirir. Yoksa bildirmediğine zaten azap etmez. Ama her bir kuluna anladığı dilden ve basit bir yoldan ona bildirir. O da ya kabul eder, ya da heveslerine devam eder.

Tecelli olayının daha net anlaşılması için yaratım tecellisini biraz daha açıklayalım. Yaratım tecellisi bilmek için yaratımın nerede ve nasıl olduğunu bilmek gerekir. Onun için de yaratımın ilk noktasına gidilmeli ve öylece yaratım seyredilmelidir.

Allah mutlak zat olarak, ne zati tecellisi, ne sıfati tecellisi, ne esmai tecellisi, ne de efali tecellisi olamaz. Allah, yaratım alanı olarak kendinden kendine diyebileceğimiz tarzda kendi zati ilmiyle kendi zati nurunu seyrederken, öz nurundan bir tutam nur alıyor. Bu bir tutam nura Nuri Muhammedi ismiyle isim veriyor. Yani övülmüş nur.

Bu bir tutam nurun içeriğinde ne var olacak? Ve içeriği ne olacak? Tabi ki bu bir tutam nur da mutlak nurunun aynısı, ama kıvamı düşürülmüş halde bir nur.

İşte Allah bu bir tutam nuru dört parçaya ayırdı. Birinci parçasından kalemi, ikinci parçasından Levh’i, üçüncü parçasından Arş’ı yarattı. Levh denilen, ferş olarak da izah edilir. Yani üzerine şekil ve şemaillerin yapıldığı alan olarak tabir edilebilir.

Dördüncü parçayı da ayrıca dört parçaya böldü. Birinci parçadan Hamele-i Arşı (Arşın taşıyıcılarını), ikinci parçadan Kürsi’yi, üçüncü parçadan diğer melekleri yarattı. Yani kalemden ferşi dizayn ederken, gene de bu bir tutan nurunu kullanarak dizayni yapıyor. Bu bir tutam nura dışarıdan müdahale etmeden içeriğini oluşturuyor.

Sonra dördüncü kısmı tekrar dört parçaya böldü. Birinci parçadan gökleri, ikinci parçadan yerleri, üçüncü parçadan cennet ve cehennemi yarattı.

Bakın işte tüm yaratım bu nurun içeriğinden.

Sonra dördüncü parçayı yine dörde böldü. Birinci parçadan müminlerin basiret nurunu/iman şuurunu, ikinci parçadan -marifetullahtan ibaret olan- kalplerinin nurunu, üçüncü parçadan tevhitten ibaret olan ünsiyet nurunu yarattı.

Kalan bir parça nur ile de, arştan ferşe tüm lazım olan ihtiyaçları için kullandı. Daha en başta bir parça nuru kalem yapmıştı. Arş ve levha ile birlikte. İşte kalem ile arşın üstünden arşın altına dokunur ve yarattığı her bir varlıkta ihtiyacı olan yaratım tecellisini kendisine ulaştırır.

İşte burada esma âlemi devreye girer. Her bir esma ile tanımlanan nurun içeriği ile levha/ferşi üzerinde oluşturduğu varlıklar üzerinde kudret eliyle istediği çizimi yapar. İnsanlar yerde ve yerin toprağından yaratılmıştı. Yerde ve yerin malzemesinden yaratılan insanı tüm yarattıklarından üstün yaratarak, tüm esmaları ile dokur.

Sonra da insana ruhundan yani sonsuzluk hissinden bir his onun sağ göğsünün altına üfürür. Öylece bakışı sonsuzluğa açılır. İnsan kalbi, o da arşın üstünden kendisine his koyar. Öylece önü mutlak nurun sahibine dönünce, mutlu olur. Önü arşın altına dönünce mutsuz olur.

Arşın altı kendisine tatlı gelir. Çünkü bedeni varlığını oradan almıştır ve kendisini onun malı zannetmiştir. Tatmini orada aramış ama bir türlü tatmin olmamıştır.

İşte burada peygamberler devreye girer. Bizi arşın üstüne davet ederler. Çünkü yerin maddesinden yaratılan insanın aklı ancak yere çalışır. Aklın sınırları dışında kalan metafiziği çözemez. Buna Bakara suresinde ğayba iman etmeyi ilk sıraya bırakarak, gözün göremediği hususlara basiretin dönmesini istemiştir.

Bunun yolunun da zikirden geçtiğini söylerler. Zikirleri okudukça, kalbin esas yerini bulur demişler. Öylece mutlu olur demişler. Çünkü sağ göğsün altında sonsuzluk hissini veren bir ruh vardır. Bu ruh sürekli kalbe bakar durur ve ona göre de konumlama alır. Eğer kalbimiz arşın altı ile tatmin arıyorsa, ruh ona göre şekil alır ve kişiyi sürekli o yönde koşuşturur.

Eğer kalp arşın üzeri ile tanışırsa, o zaman yunus emrenin dediği gibi; cennet cennet dedikleri bir kaç köşk bir kaç huri, dileyene ver sen onu, bana seni gerek seni diyerek tüm yüzünü Allaha çevirir.

Zaten yönünü Allaha çevirene, arşın tüm içeriği kendisine musahhar edilir. Melekler ona hizmet eri olur. Elbette bu yol her kul için açıktır. Her kul ameli nispetinde bundan istifade eder.

Dünya bedeniyle yaşadığımız sürece, amelde daim olursak, ölümle beraber perde kalkacak, artık Allahın misafiri olacak, öylece kıyameti bekleyecek. Eğer amelde geri kalırsa, o zaman ruhu yeteri nuraniyete kavuşmadığı için de, bu defa mahzun olacaktır.

Bizim esas olan sağlam bir itikatla, helal ve haram çizgisine dikkat ederek, eğer nefsine uyup günah işlemişse istiğfar ve tövbe ederek, sağlam adımlarla hakka sığınıp, yolunda daim olmaktır. İşte yaratım tecellisi kısacası budur.

Bu bilginin kaynağı nedir diye sorarsan, önümüze şu hadis gelecek ve bizim için ilham kaynağı olacaktır. İşte şu hadisi şerifleri temel alarak üzerinde mülahazalarımızı yazdık…

Hz. Cabir anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü! Anam-babam sana feda olsun, Allah’ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?” diye sordum. Şöyle buyurdu:

“Ey Cabir! Her şeyden önce Allah’ın ilk yarattığı şey senin peygamberinin nurudur. O nur, Allah’ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh ne kalem ne cennet ne ateş / cehennem vardı. Ne melek, ne gök  ne yer ne güneş ne ay ne cin ve ne de insan vardı.”

“Allah mahlukları yaratmak istediği vakit, bu nuru dört parçaya ayırdı. Birinci parçasından kalemi, ikinci parçasından Levh’i (Levh-i Mahfuz), üçüncü parçasından Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı ayrıca dört parçaya böldü: Birinci parçadan Hamele-i Arşı (Arşın taşıyıcılarını), ikinci parçadan Kürsi’yi, üçüncü parçadan diğer melekleri yarattı. Dördüncü kısmı tekrar dört parçaya böldü: Birinci parçadan gökleri, ikinci parçadan yerleri, üçüncü parçadan cennet ve cehennemi yarattı. Sonra dördüncü parçayı yine dörde böldü: Birinci parçadan müminlerin basiret nurunu / iman şuurunu, ikinci parçadan -marifetullahtan ibaret olan- kalplerinin nurunu, üçüncü parçadan tevhitten ibaret olan ünsiyet nurunu (La ilahe illallah Muhammedu’rresulüllah nurunu) yarattı.”

Ahmed, Musned, IV-127; Hâkim, Mustedrak, II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân, XIV-312/6404; el-Leknevî, el-Âsâru’l-Merfû’a, s. 42-3; Kastalanî, Mevahibu’l-Ledunniye: 1/6; Krş. Aclunî, Keşfu’l Hâfa, C.1, 262- 265-266.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisi kudsîde şöyle buyurmuştur:

“ALLAH :  ‘Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım.’ buyurdu.”

Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek, II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü’l-Hâfâ I-265/827

İşte hadislerden yol aydınlığı edinir ve tefekkürümüze tefekkür katarız.

Yorum yapın