İMAN İLE GÖÇEN ECDADIMIZA SELAM OLSUN

Allah insanı yer yüzünde kendisine halife olacak kuvveyi vererek yaratıp kendisine muhatap eyledi. İnsanlığa, insanın ruhuyla içli dışlı olan a”rab” lehçesiyle ilahi sunumunu yaptı.

Allah tüm insanları Adem ve Havva’dan var eyledi. çoğalan nesli dünyanın dört bir yanına dağıldı.

Her toprak parçası üzerinde yaşayan insanları kendisine uyumlu hale getirdi. öylece çeşit çeşit insanlar oluverdi.

Dünyada yüzlerce ırk oluştu. binlerce kabile oluştu. Sayısız lügat ve lehçe oluştu. Hiçbirinin diğerinden üstünlüğü yoktur. Üstünlüklük takvadadır.

Hz.Adem yaratılınca, rab”ça denilen, kişi ile rabbi arasındaki talim edilen esmalara uyumlu bir konumdaydı.

Sonra dünyaya indiklerinde, dünyevi ihtiyaçlarını giderecek şekilde ekstradan kelimeler ve sesler oluşturup bir birlerine içsel duygularını ilettiler.

Ama ibadet lügatı hep rab”ça idi. Ne zaman ki tahrifatlar oluştu, yeni bir nebi veya rasul gelerek düzenlemelerde bulundu.

Son devrin başlangıcı olan Hz. İbrahim’le yeniden orijinal rab”ça inmeliydi. Onun için Hz. İsmail Mekke bölgesine Allah’ın emriyle annesiyle beraber yerleştirildi. Çünkü Mekke bölgesi, Hz. Adem ile Hz. Havva’nın yeryüzünde buluştukları mekan idi.

Orada ilk günün manevi havası vardı. Orası kainatın tam merkez noktasıydı. tüm felekler oranın üzerinde deveran ediyordu. Hem orası beytül mamur ile aynı hizada olan Kabe’nin mekanıydı.

Hz. Adem’e talim edilen fesih a”rab”ça, Cebrail tarafından Hz. İsmail’e yediden öğretildi. Çünkü insanlık eşrefi mahluk olan Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimizi ağırlamaya hazırlanıyordu.

Peygamberimizden sonra İslamiyet bayrağını, sürekli bir devlet elinde tuttu. Türkler İslam bayrağını alınca, işte o zaman tüm halkların tersine yediden yetmişe Türkler, muhteşem nur olan Muhammedi deryayla bütünleşti. Allah’ın ipine sıkı sıkıya bağlandı.

620 Yıl kesintisiz hilafeti ahmediyeye sahip çıktı. Hala da dünyada İslam denilince, ilk önce güzel yurdumun güzel insanların akla gelir.

Elbette her ırktan İslam ile buluşan sayısız insan geldi dünyaya. Her biri kendi görevini yapıp ebediyete geçti.

Ama hiçbir ırk, Türkler kadar fazla İslamla bütünleşmedi. Bütünleşme devam ettikçe dünyaya ezanı aziz halkım okudu. Öyle bütünleşti ki askerleri Mehmetçik oldu. Askerlerimize muhammedin askeri dendi. Hala da tüm dünyada öylece bilinmektedir.

Dünyanın dört bir yanında İslam’ın adaletini temsil etti. Öyle oldu ki Türk denilince direk İslam anlaşılır oldu. İşte top yekun Allah’ın diniyle bütünleşme, sadece bu ırka nasip oldu.

Tarihten kısa bir anekdot paylaşalım…

Mekke fethedilince, Kâbe anahtarının bulunduğu kişinin kökeni Türk’tü. uzun zaman önce Hicaz bölgesine gelip yerleşmişlerdi. Kâbe muhafazası yıllarca o ailedeydi.

Mekke’nin fethi sırasında Peygamber Efendimiz Kâbe’nin anahtarlarının getirilmesini ister. Bu görevi Hz. Ali’ye verir. Hz. Ali, Osman Bin Talhâ’yı bulur. Anahtarları ister. Osman Bin Talhâ anahtarları vermeyi kabul etmez. “Kâbe’nin anahtarlarının yıllardır kendi soylarında olduğunu ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmadığını” söyler.

Hz. Ali ısrar eder. Osman Bin Talha vermemekte direnir. Hz. Ali, Osman Bin Talhâ’nın elini sıkar, canını yakarak anahtarları zorla elinden alır.

Hz. Ali, anahtarları alarak, Peygamber Efendimiz’in yanına gelir. Hz. Peygamber’e anahtarları uzatır. Hz. Peygamber anahtarları Hz. Ali’den teslim alır.

Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellem efendimiz, anahtarı tekrar Hz. Ali’ye uzatır ve şöyle söyler: “Ali, bu anahtarları git Osman Bin Talhâ’ya teslim et” der. Hz.Ali şaşırır ve sorar:

” Ey Allah’ın Resulü, az önce emrinizle gittim, anahtarları aldım, getirdim size teslim ettim. Şimdi de emrinizle aynı şahsa anahtarları teslim etmemi emir buyurdunuz. Bunun hikmeti nedir ki?” diye sorar.

Peygamber Efendimiz şöyle söyler: “Ya Ali, sen anahtarları yolda bana getirirken, Yüce Allah, dostum Cibril ile bana vahiy gönderdi: ” EMANETİ EHLİNE VERİNİZ! ” dedi.

Kâbe’nin anahtarları uzun yıllardır Osman Bin Talhâ ve soyundadır. Onlar Kâbe’nin nasıl temizleneceğini, nasıl sahip çıkılacağını çok iyi bilirler. Emanetin ehilleri onlardır. Bu Allah buyruğudur: “Git ve teslim et!”

Bunu duyan Osman Bin Talhâ İslam’ı kabul edip ilk Müslüman olan Türk olarak sahabelerin içinde yerini aldı.

A”rab”ça bir ırk dili değil, Allah ile kul arasındaki senkronizasyon için uyumlama lugatıdır.

Araplarda bu dilin içine günlük ihtiyaçları olan kelimeleri ekleyip kullanım alanlarına koymuşlardır.

Yani A”rab”ça bir ırk dili değil, evrensel olarak insan ile Rabbi arasındaki iletişim için gerekli ses frekanlarıdır. Onun için de namazdaki sureler a”rab”ça olarak okunmak zorundadır. yapılan zikirler de aynen a”rab”ça olunmalıdır.

Bu kısa bilgiden sonra bilelim ki, tüm dünyada İslam ile bütünleşen ve sayısız evliyanın yetişmesine vesile olan Türk milleti mübarek bir halktır.

İslam kayığından inen ise, kim olursa olsun, hangi ırktan gelirse gelsin bedhattır.

Yorum yapın