VARLIĞI “TEK”LEME YARATICIYI “TEK”LE VE SECDEYE VAR

Rab ve kul, insan ve Allah, bunları teklemek olamaz. Kul kuldur, rab rabdir, insan insandır, Allah Allahtır. Bunları teklemek veya birlemek olayı İslam itikadında yoktur. Bunları tekleyen, İslam itikadını terk etmiştir.

Olay şu; Allah kendinden kendine nazar eder. Kendi zatının ışıldayan nuruna bakar. Bu nurun içiriği sonsuz ve sınırsız mana içeriğine sahiptir. Buna zati ilim de denilir. Ama ilim ve bu nur aslında ayrı ayrı olup birbirinin sunumunu hazırlar. Zati ilimle Allah kendi zatının farkındalığında olup kendi nurunu zati ilimle seyir etmektedir.

Şunu belirtelim, bu yazdığımız yazımlar ve kavramlar gene bizim bakışla baktığımızdan kısıtlı anlamlar olarak anlaşılabilir. Bilelim ki, Hu adıyla işaret edilen mutlak zat tüm bu kavramlardan da münezzehtir. Nur veya ilim diye bahsettiğimiz hususlar, gündelik planda kullandığımız nur veya ilim değildir.

Bu kısa bilgiden sonra bilelim ki, Allah zatıyla ve öz hüviyetiyle nuruna nazar eder. Bu nurdan bir tutam alır. Yoğunluğunu düşürüp ona nuri Muhammedi der. Övülmüş olan bu nur, Allah mutlak zatıyla kendinden kendine nazar ederken, Nuri Muhammedi denilen bu bir tutam nur gibi sayısız tutam nur huzmelerini de yaratmış olabilir. Biz bilemeyiz. Buna mutlak gayb denilir. Asla bilinmeyen gayb.

Şimdi durup bakın, Allah zatıyla kaim olan bir tutam nur ve bizler hem yaratılmışlar, cin melek felek hayvan velhasıl her varlık bu bir tutam nurdan var olmuştur. Şimdi tekrar düşünün, bu bir tutam nur, Allahın zatı mıdır veya Allahın parçası mıdır veya şöyle düşünelim, bu bir tutam nur yok olsa, Allahın zatı bundan etkilenir mi?

Eğer ki, Allahın zatından olsaydı, bu bir tutam nur yok olsa idi, zat etkilenirdi. İşte bu bir tutam nurun içeriği ise, doksan dokuz esma ile işaret edilen kuvvelerdir. Bu bir tutam nurda bu kuvveler mevcuttur. Bu bir tutam nurun içinde olan varlıklarda ise, doksan dokuz esmanın tümü sadece insanda zuhur eder. Meleklerde bir kaç esma, hayvanlarda bir kaç esma, cinlerde tüm isimler ama kısıtlı, insanda ise tüm isimler ve kısıtsız.

İşte tüm bu isimler Allahın isimleri olarak bize bildirilmiştir. Nuri Muhammediyeye yansıyan tüm kuvveler insanda da var olduğu için ve insana nuri Muhammedinin ötesinden, el değmemiş nurdan bir huzme yansıdığı için, insan bu nuri Muhammedide Allahın halifesi olmuştur. Gözünü et kemik bedenin zevkleri içinde açtığı içen de, et kemik bedenin zevklerinde tatmin arayıp, et kemik bedenin varlığının ötesi olan ruhullahtan habersiz yaşıyordur.

İşte zikirle, bizde nuri Muhammedi baskın olur ve üflenen ruhun farkındalığı başlar. Bakın işte, işin başından buraya kadar hem detaylı hem de kısa ve öz olarak yazdık. Umarım artık insanda Allahın zatı vardır diyenlere prim bırakmazsınız.

Bu ise şu; insanın varlığında nari ve nuri katmanın tümü mevcuttur. Bu yaşam koçlar, reiki, meditasyon, hipnoz, sihir, büyü, vs tümü nari katmanın melekeleriyle yapılır. Ötesinde nuri katman vardır. Nari katmana herkes ulaşabilirken, nuri katmana ancak ve ancak Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimize imanla ulaşılır. İşte bu iman İslam’a uygun bir itikatla gerçekleşir.

Yoksa asla ve asla nuri katmana ulaşılamayacaktır. Nari katmanın zarafetleri ise, kişiyi genel olarak cinlere oyuncak eder. Çünkü insan et kemik bedende yaşar. Aynı anda nari hafifliğe ulaşınca, et kemik bedenin kesafetiyle sınırlı olduğundan, cinler de nari katmanın asli varlıkları olduğundan insan zayıf kalıyordur. Ezazil denilen Hz. Adem aleyhi s selam yaratılınca, tüm cinlerin büyüğüydü.

İşte o zaman insandaki nari katmanı gördü. Hem toprak bedenini de gördü. Dedi ki o nari katmana toprak beden üzerinden ulaşıyor. Biz ise, zaten direk nardan yani nari katmandan var olduk. Dolayısıyla biz ondan üstünüz. Oysaki insanın bünyesine nuri katman da derç olmuştu. İşte bunu görmedi. Çünkü kişi karşısındakini kendisi kadar bilir. İşte Ezazil de insanı kendi penceresinden seyir etti ve mahrum oldu.

Bilmem izah edebildim mi? İnsana Allah’ın zatından var oldu diyenlerle uzaktan yakından işim olamaz. Şeriat kabukmuş, kır at sobaya gibi dengesiz söylemlerle tasavvufun ilişkisi olamaz. Az mantıklı düşünün ve bu söylemler üzerinde tefekkür edin. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz vefat edene kadar şeriat dediğimiz amel boyutunu asla terk etmedi. Hiçbir sahabe de terk etmedi. Şeriatı terk eden zaten baştan kaybetmiştir. Çünkü en ufak bir gevşeme ile bile neleri kaybettiğimizi görmemiz mümkündür.

Tevatür yoluyla bize kadar gelen ve İslam’ın omurgası olan ehlisünnet uleması da ameli asla terk etmedi. Tali yollara sapan sular ise, kuruyup gitti. Hak yoldan taviz verenlere ise kızarım.

Vecih değil vecihler deriz. Burası önemli bir konudur. Bilinmesi gerekir. Her yaratılan varlık ayrı bir renktir. Birçok renk ve her biri hakka açılan ayrı penceredir. Görünürde birçok vecih, ama arka planda tümünü yöneten bir ruh vardır. Beraber uçan kuş sürülerine bakın, birçok kuş ama tek ruh. Burada ki tümel ruh sürünün faili muhtarıdır. Aynı bunun gibi, tüm varlığın da bir ruhu vardır. Neyin nerede olacağına karar verir.

İnsan ise, faili muhtarın hükmü dâhilinde irade sahibidir. İstediğini Allah ona yaratır. Burada direk aklımıza kader geliyor. Bizim için hayırsız bir şey istiyorsak ve biz o fiilin sonucunu bilmiyoruz ve Allah o fiilin bizim için oluşturacağı sonucu da biliyor. İşte onun için istediklerimizin bir kısmının bizim için gerçekleşmediğini fark ederiz. Onun için de rabbimizle olan irtibatı daim edelim ve dualarımız sonucu bizim için oluşmayan bir duanın, onun rahmetiyle daha hayırlı bir karşılık ile sonuçlandırdığı temaşa edelim. Dua illa kabul olur. Ya aynısı, ya daha hayırlısı veya karşılığını ahrete bırakır. İşte bunu böyle bilmek çok güzel insana huzur veriyor.

İşte diyor ya biz insanın kaderini boynuna bağladık. Fail-i muhtar olan Allah kulları için istediği şeyi mutlak iradesiyle oluşturur. Fail-i muhtar istediğini yapmakta serbest olan, re’yinde müstakil olan ve istediğini yapmakta serbest olan demektir. Kendi iradesiyle faaliyette bulunan, istediğini yapan Allah’tır. Bu özel bir bakış alanı içerir. Üzerinde tefekkür ile hakikati hissedilir

Az tefekkür edersek zaten Allah’ın veçhi, her bakış alanından bizimle konuşur. Gözümüz konuşan faili muhtarı değil, yani karşıda vecih değil vecihler gördüğü için Allah ile konuşmayı da sanki Allah gelecek karşısında duracak ve onunla konuşacak diye zanneder. İşte eşyanın hakikati hakkında ilmi olmayanlar ve hakikatinin oluşumundan habersiz olanlar, Allah bizimle konuşmalı dediler. Veya bize mucize gelse de doğru olduğunu kanıtlasak dediler.

Allah’ın veçhi esma birleşimlerinden yaratılan her varlıktan yansıyor. Her şey esma bileşimiyle kaim olduğundan, nereye bakarsan Allah’ın veçhini görüyorsun. İnsanda, hayvanda, bitkide ve tüm varlıkta. Bizlerde direk Allah’ı arıyoruz. Bir tek ağaçta bile onlarca esma fail-i muhtar istediğini yapmakta serbest olan yüce Allah’tır.

Re’yinde müstakil olan ve istediğini yapmakta serbest olan Cenab-ı haktır deriz.  Kendi iradesiyle faaliyette bulunan, istediğini yapan Allah, faili muhtardır tanımlaması, bize çok şey anlatıyor. İstediğini yapmakta serbest olan dediğimizde, bir bakıma da insan Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak, kendisine verilen ilim, irade ve kudretle beraber tüm esmalara mahzar olarak re’yinde müstakil olan ve doksan dokuz esmadan hamurlanan ve kendisine ruhullahtan üflenilen insan, Allah’ın hükmü dahilinde istediğini yapmakta serbest olan bir varlıktır. Cenab -ı Hak, hak ettiğimiz kadar da hakkımızı bize veriyordur. Dünya yaşantısı boyunca da insana fıtrat üzerine yaşaması için mühlet veriyordur.

Tüm subuti sıfatlarla insana verilen ilim, irade ve kudret ile fiiller işleyerek istediği her şeyi inşaya hazırlayan ve sonuçlarını da yaşatan yüce rabbimizdir. Ali İmran suresi 2. ayette “Allah ki kendisinden başka hiç bir ilah yoktur. O Hayy ve kayyumdur” denilerek tüm yönelişlerin kendisine dönülmesini istemektedir. Bu da rabbimizin bizimle konuşmasıdır. Öylece yegane ilahın sadece kendisi olduğu hakikatiyle bizi tanıştırıyor

İşte rabb ile kulu, hak ile halkı, Allah ile insanı ayırırsan ikiliğe ve şirke girersin diyen ve gerçekten de bu fikirleriyle İslam fıtratına uygun itikadın dışına çıkan yollardan uzak olalım. İşte bilmeyen öğrenir, biliyorum deyip kendisini mühürleyenlere de ne söylenir? Allah, ilahlığını kimseye vermez. Sen kulluğunu bileceksin ve Allah’a secde edeceksin. Bilelim ki kul olmayana, kurbiyet yoktur.

Kendini mürşid ilan edip milletin düşünsel psikolojisini bozan birçok kişi vardır. Telkinler yapıla yapıla içsel düzenleri bozulur. Öylece panteist bir görüşü, tasavvuf adı altında idraklere kazarlar. Öylece artık varlığı tek görmeye başlarlar. Bu teklik bakışları sonucunda, artık helal haram çizgisini terk ederler. Helal haram çizgisi için neymiş, kabukmuş dedirtip uzaklaştırırlar. İşte bu nokta, şeytanların insanlara sağdan yaklaşıp İslam itikadından uzaklaştırma ile sonuçlanır. Bunun sonu ise vahdet ile değil, küfürle sonuçlanır. Zira artık kendisini ilahlaştırmış İslam’ın çizgisinin dışına atmıştır.

Yorum yapın