MANA YOLCULUĞU

Terki terk denilen kişinin hakka teveccüh edip hakla huzur bulup, kalbinden masivayı terk ettiğinin bile farkına varamayış olayı, eğer kalp güçlenirse, kişi bunun semerelerini yaşar. Yoksa sadece lafını edip kendini tatmin eder.

Her insanın göğüs kafesinde beş bölge vardır ki, hakikate giden yol, bu beş bölgenin istenilen kıvamda olmasıyla gerçekleşir. Bunların merkezi kalp olup diğer tüm letaifler, kalp ile değer kazanır.

Eğer kalp güçlenmeden, kalp kendisine lazım olan gücü elde etmeden, kalp safiyetini elde etmeden, göğüs kafesindeki diğer letaiflere doğru bir yönlendirme olursa, o bölgeler güçlenir. Ama kalp güçsüz olduğu için, yani maneviyatta gerekli gücü elde edemediği için, kalbin üzerinde bir baskılama oluşmaya başlar.

Kalp maneviyatta güçlü olmadığı için, bu defa kalbin yönelimi nasılsa, o yönde kişi üzerinde bir etki, yani bir güç patlaması yaşar.

Örneğin kişinin gönlü tam masivadan kurtulmamışsa ve Allah yanı sıra diğer varlıklarla veya hislerle dolu ise, kalbi tam paklanmamış ve saflaşmamış ise, ama burada kalkıp sağ göğsün altındaki ruh üzerinde zikir çekerse veya sol göğsün üstündeki sır üzerinde zikir çekerse veya sağ göğsün üzerindeki hafide zikir çekerse veya gırtlağın altındaki ahfada zikir çekerse veya alındaki nefsi natıka üzerinde zikir çekerse, ama kalp maddi veya manevi planda tümüyle tüm masivadan tam arınmamış ise, o zaman onlarda bir güç patlaması oluşur. Bu defa kalp hangi yönde ise, kişide o yönde bir sürükleme mevzu bahis olur.

Hakikat denilen ve NEFY VE İSBAT olarak izah ediken tasavvufun zirve halini dahi kalbini güçlendirmeden o ilmi derk ederse, durum daha da korkunç olur.

Zira artık -kalbi itminan- o yönde kişiyi celp etmiş ve o halin verdiği itminanla artık kendinden geçmiştir.

Artık dönüp kalbini güçlendirmesi olayını kapatmış ve kendisini hak sanarak günlerini geçirir olmuştur. Öylece bir cezbe haliyle dolup taşmıştır.

Kalbini tam itminana ulaştırmadan diğer letaifleri güçlendirerek veya NEFY İSBATLA benlik kabuğunu kıran kişiler, artık kendilerini frenleyecek bir unsur kalmamıştır. Çünkü korunması emredilen benliklerini yakmış ve kendilerini çıplak bırakmışlardır.

Benliklerini yaktıkları için de, elini eteğini halktan çekmiş ve öylece hakkın bilinmesi için var ettiği halkı silerek halkta hakkı gizlemişleyerek hak olduğunu dillendirmişlerdir.

Hakkı da Allah olarak olarak addedip halka Allah demeye başlamışlardır. Öylece kesretteki bu vahim duruma ermişlik adıyla etiket vurarak kendisinde oluşan derin hipnozla aşk halini kendisinde zirveleyerek meczup olarak yaşama tutunmaktalar.

Oysaki Allah her varlığı hakkıyla yaratmıştı. Yaratılış gayesini en muazzam derecede zuhur ediyordu. İşte hak, Allahın nurundaki sadece bir kuvve idi. O kuvve ile yaratım, en yerinde bir oluş gerçekleştiriyordu.

Yani Allah El hak iken, hak Allah değildi. Ama El hak Allah idi. Hangi kavramın nereye uzandığını bilerek, kişi düşünce alemini şekillendirmeliydi. Başında el gelmediğinde, kişiye kişinin Rububiyet alanına göre fıtratını yaşamaya deniliyordu.

Peygamberimizin sav beni görünce hakkı görmüştür dediğinde, kendisinden olması gereken fıtratın zuhurunun seyrinin dilendiğini söylüyordu. Bunu yanlış anlayan ise, öyle söylemle Allah olarak o mahalde zuhur ettiğini sanıyordu.

Bu kısa bilgilerden bilelim ki benliğinin kabuğunu kırmak dinde kesinlikle yasaklanmıştır.

Aslında bu hal bir psikolojik vakadır ki, bunun için ayette “dinde ruhbaniyet yoktur” denilerek bu hale yöneliş kesinlikle yasaklanmıştır.

Ama bu hale insanlar her ne hikmetse aday olup, bu yolda çalışma önerenlere aldanıp hakikatin o olduğunu sanarak kalp güçlendirmeden direk NEFY İSBAT yaparak benliklerini ortadan kaldırmışlardır.

Oysaki NEFY İSBAT tan önce ilimle donanmalıydı. Kendi nefsini tanıyıp öylece amellerini yapmalıydı.

Çok duyduğumuz sözlerden birisi, daha önce düzgün biriydi ama zikir çektikten sonra durumu değişti. Daha da kötülükler yapmaya başladı. Kendisini bir zikre adadı ama daha çok kötülükler işler oldu.

İşte buradaki konu kalp hakkın marifeti ile ve şeriatı garanın nuruyla hem planlı ve yerinde bir zikir çalışmasıyla tam teslim bir halde güçlenmeden direk ruhu, sırrı, hafiyi, ahfayı ve nefsi natıkayı güçlendirmekten dolayıdır.

Bu beş nokta eğer kalp güçlenmeden güçlendirilirse, kişiyi birçok olumsuzluk bekliyor demektir.

Ayrıca bilelim ki insanlara, hakikat ilmi diye sunulan NEFY İSBAT dahi, kalp asli yeri olan arşı alanın üzerine çıkmadan direk HU hipnoz zikriyle kişiliği zihnen yok etmek kadar riskli bir çalışma yoktur.

HU zikri zaten sonradan icat edilen bir zikirdir. Esma-ül Hüsna içinde yer almaz ve zikir olarak okunmaz. Bu zikirle kişi tüm bilinç dünyasını bloke eder ve kendinden geçer.

Oysaki islam, bu şekilde bir çalışma önermemiştir. Sadece doksan dokuz esmanın ihsası istenilmiştir.

O yüzden diğer letaifler üzerinde herhangi bir işlem yapmadan, eğer ki kalbimizi bir çok çalışma ile güçlendirirsek, kalp güçlendiğinde diğer letaifleri otomatik olarak arkasından çekecek, ve tümünü işlevine uygun olarak yönetecektir.

O yüzden ayete baktığımızda diyor ki, kalp ancak Allahın zikriyle tatmin olur. Yani diğer beş bölge üzerinde zikir çekmek yerine, kalp üzerinde yoğunlaşma olursa, ama etraflıca ve planlıca ve tüm manaları içerecek şekilde bir çalışma olursa, diğer letaifler peşinden sürükleniyor ve kişi doğal bir olgunlaşma ile yetişmeye başlıyor.

Yorum yapın