ŞAE

Özümüzdeki melekeleri yani iç dünyamızdaki kuvveleri zikir ile değiştirirsek, bizden tecelli eden ve tercihimizi belirleyen Allah kuvveleri değişir ve dolayısıyla bizim isteme şeklimiz de değişen kuvvelerin konumuna göre değişir.

Yani tüm değişim bizim enfusumuzda oluşup, sonra da afakımızdaki fiilerimizde aşikâr olmaya başlar.

İşte olayın bu noktasını göz önüne alanlar, ayette geçen “ŞAE” fiilini “ERADE” anlamında kullanarak demişlerdir ki;  Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.

Yani demek istemişlerdir ki, Allah dilemedikçe yani iç kuvvelerimizin şekli değişmedikçe bizden açığa çıkan istek yönü de değişmeyecektir.

Olayın bu yönünü bilmeden olaya yaklaşanlar, insanın iradesini yok sayıp tüm iradeyi Allah’a vererek insanı robot şeklinde hayal etmişlerdir.

Oysaki olayın aslı tümüyle bambaşkadır. Olayın aslı; Allah ayetlerde ŞAE fiilini kullanarak, şeydeki yapıya göre Allah’ın yaratımının mevzubahis olduğu gerçeğini bize izah eyler.

İşte “şey”lerden bir “şey” olan insan, ancak yaptığı çalışmalarla “şey”liğinin içeriğini yani fıtratını değiştirebilir. İşte oluşan değişime göre de “şey”lerden bir şey olan insan üzerinde Allah’ın iradesi, yapısının muhteviyatına göre tecelli eder. Öylece Allah iradesinin, kişide tecellisi vuku bulur.

Ayrıca burada fark etmemiz gereken çok ince bir nokta vardır. Biz HU işaret zamiri ile işaret ettiğimiz mutlak hüviyet ile Allah ismini bir birine karıştırıyoruz.

Sadece HU dediğimizde evet olay seyrin sahibi olan Allah’tır denilir. Biraz dikkat edersek, insan HU ya -hâşâ- halife değil. HU ya kul dur. Allah ismiyle “kendisini yaptığı tanıtım” kadar da ona “halife”dir.

Allah, nasıl ki tüm melekeleriyle istediği bileşkeyi oluşturuyorsa, insan da ona halife olarak Allah’ın iradesi dâhilinde kendisinde oluşturulan dokumanın şiddeti kadar istediğini Allah’ın kendisiyle inşa etmesi sonucu oluşturabilir.

Onun için de yapmaya niyetlendiği iş için “İN-ŞAE-LLAH” diyerek, yapma iradesini, Allah’ın kendisini iradesiyle desteklemesi sonucu, niyetlendiği fiilini yapabileceğini ortaya koyar.

Tabiki inşa eden her hal ve şartta Allah’tır. Ama Allah, insanın dilemesiyle kendisi için inşasını yapar. Çünkü dünya, basit ve komik bir komedi veya rolleri keskin sınırlarla belirlenmiş bir tiyatro değildir. İnsana bizzat, içinde özgür iradesiyle kendisine yaşam alanı olarak verilen gerçek bir diyardır.

Zaten bunun aksi, yani iradesiz olarak yaratılan bir insanlık vaziyeti ve sonrası zorunlu bir cennet veya cehennem, Allah’ın şanına yakışmaz.

Umarım ki; artık hiç kimse “cüzi iradenin var olduğunu sananlar” demez ve olayın hakikatini olduğu gibi idrak eder.

Özümüzdeki melekeleri yani iç dünyamızdaki kuvveleri zikir ile değiştirirsek, bizden tecelli eden ve tercihimizi belirleyen Allah kuvveleri değişir ve dolayısıyla bizim isteme şeklimiz de değişen kuvvelerin konumuna göre değişir.

Yani tüm değişim bizim enfusumuzda oluşup, sonra da afakımızdaki fiilerimizde aşikâr olmaya başlar.

İşte olayın bu noktasını göz önüne alanlar, ayette geçen “ŞAE” fiilini “ERADE” anlamında kullanarak demişlerdir ki;  Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.

Yani demek istemişlerdir ki, Allah dilemedikçe yani iç kuvvelerimizin şekli değişmedikçe bizden açığa çıkan istek yönü de değişmeyecektir.

Olayın bu yönünü bilmeden olaya yaklaşanlar, insanın iradesini yok sayıp tüm iradeyi Allah’a vererek insanı robot şeklinde hayal etmişlerdir.

Oysaki olayın aslı tümüyle bambaşkadır. Olayın aslı; Allah ayetlerde ŞAE fiilini kullanarak, şeydeki yapıya göre Allah’ın yaratımının mevzubahis olduğu gerçeğini bize izah eyler.

İşte “şey”lerden bir “şey” olan insan, ancak yaptığı çalışmalarla “şey”liğinin içeriğini yani fıtratını değiştirebilir. İşte oluşan değişime göre de “şey”lerden bir şey olan insan üzerinde Allah’ın iradesi, yapısının muhteviyatına göre tecelli eder. Öylece Allah iradesinin, kişide tecellisi vuku bulur.

Fiilin faili Allah’tır. Çünkü kulu fiiliyle beraber yaratan bizzat Allah’tır. Fiilin zuhuru için oluşan istek ise, kulundur. Bu hakikate Kur’an-ı Kerim’de “ŞAE” fiiliyle işaret edilmiştir. Örneğin bizler bir iş yapmaya karar verdiğimizde, İNŞALLAH deriz.

Burada “ŞAE” fiili gelir. Yani kulun istek ve yönelişine göre, Allah’ın kulu hakkında yaptığı yaratım söz konusudur. Arapçada “İN” şart edatı dır.

“ŞAE” dilemek anlamına gelir. Ama “ERADE” fiilinden biraz değişken anlam içerir. Zira “ERADE” fiilinde sırf Allah iradesi mevzu bahisken, “ŞAE” fiilinde, kulun isteğine göre Allah iradesinden söz edilir. O yüzden dikkat edin ki, kul bir şeye karar verdiğinde “İN ŞAE ALLAH” der, “İN ERADE ALLAH” demez.

Zira eğer “İN ERADE ALLAH” deseydi, kulun iradesi devre dışı kalacaktı. Bu da cebriye mezhebinin itikadıdır ki, bidat olan bir düşüncedir. Yani KUR’AN VE SÜNNETE uymayan bir düşüncedir.

“İN ŞAE ALLAH” ise, kul zaten istemiş “o işi” ve “o istemesini” Allah’a havale eder ve Allah’ın isteğiyle senkronize ederek çalışmaya yeltenir. “ŞAE” geçen ayetlerin hepsi böyle mülahaza edilmelidir. Ehli sünnet itikadı bu şekildedir.

Yani “ŞAE” de kulun isteği devreye girer ama Allah iradesiyle desteklenerek. İşte kul ister Allah yaratır.

İşte kuldan sudûr eden istek ve arzularla, hakkın rahmeti kula tecelli eder. Kul ise, bu rahmeti ya nefsi uğrunda veya hakkın huzuru dâhilinde kullanır.

Hakkın huzuru dâhilinde kullanmak için ise, zikirle huzura dâhil olarak, sükûn içinde fikir edip şükürde tatmin olmakla ve Allah’ın veçhine dönüş yapmakla gerçekleşir.

Yorum yapın