FENAFİLLAH

Evet… geldik FENAFİLLAHA

Aşk yok dedik ama altını doldurmadan anlaşılmayacağını anladık.

Onun içinde önce FENAFİLLAHA az dokunalım dedik.

Aşk yoksa o zaman herhangi bir kişinin başka bir kişide fenası da yok demektir.

Bu düşünce, -tarzı itibarıyla- insandan insana olduğu gibi, insandan Allaha doğru da düşünülmüştür.

Peki tarihte yaşayan bir çok zevat fenafillah olayını neye dayandırarak yazdı.

Fena bulan nerde ve kimde fena bulur.

Kardeşlerim…

Fenafillahı anlamak için önce insanın ne olduğunu bilmemiz gerekir.

O zaman insan nedir?

İnsanın yapısını maddi veya manevi diye iki katmana ayırmak en büyük hatadır.

Ama insanın içsel yani duygusal yapısı her tarafa çekilen lastik gibidir ve bedensel yönünü ele geçirip isteğini yaptırma kuvvesiyle donatılmıştır.

Vehim veya düşünsel zeka durumun farkında olmaksızın kişinin irade meyline göre renk alır.

Duygusal yapı doğru veya yanlışı yani sahibi hakkında cennet bir ortam mı veya cehennemi bir istikbal mi çizer ona bakmaz.

Üzerinde olduğu kanaata göre kanatlanır.

Zaten duygu sömürüsünün kaynağı da burasıdır.

Şimdi…

Fenafillah dediğimizde baskın görüş, insan Allaha aşık olur.

Aşkı içini kemirir derken duygusal vehim devreye girer ve kendisini Allahta eriyip yok ettiğini sanır.

Duygusal vehmin kişiyi esaretine alması sonucu kişi, madde diye bildiğimiz şeyin üzerinde dahi etki edip istediği zuhuratı oluşturabilir.

Hatta karşısındaki kişinin kalbinden geçeni bile hissedip söyleyebilir.

Daha ilerisi ölmüş bir kişinin kabrinin içini görüp ölünün halini dahi anlayabilir.

Dışardan insanlar onu ermiş olarak zanneder ve veli olduğu kanaatine dahi varabilir.

Halbuki bunlar baskın halüsinasyonik bir tepkiden başka bir şey değildir.

Hatta buna Fethi zulmani adını bile veren zevatlar da mevcuttur.

İşte fenafillah, duygu işlevinin bu yanıltıcı vehim derekesinden geçip gerçek fenafillah denilen yaşama geçenler için kullanılmış olup, ama buna ulaşanlar ise çok ender kişilerdir.

O zaman sıra geldi olayın aslını anlatmaya…

Tüm bedenimiz yani her bir şeyimiz Allahın esmalarından vedud ismi ile işaret edilen kuvvenin çekim gücü ile Allahın esma-ül hüsna diye işaret edilen tüm kuvve-melekelerin musavvir esmasının şekillendirmesi sonucu her organımızı ve tüm olarakta bedenimizi olması gerektiği gibi oluşturmasıdır.

Sonra bu bedenimizin üretim mekanizması beden ölümü sonrası yaşamını sürdürücü bedenini de oluşturur. Bu oluşturulan yapı et kemik bedene göre biraz daha şeffaf olduğu için ve et kemik bedenin ölümünden sonra onunla yaşamımızı devam edeceğimiz için de buna ruh adını vermişlerdir.

Birde bu bedenimizi canlı tutan mutlak bir ruh sarmalı da mevcuttur. Bu sarmal tüm varlıkta en uç noktsana kadar mevcuttur. Bu ruh ile her varlık canlanır. Sekiz büyük melek bu sarmal ile tüm varlığa uzanır ve hayatiyeti devam ettirir.

Bu ruh sarmalına, ruhul kudus veya hakikatı muammedi veya aklı evvel veya insanı kamil gibi işaret kavramları ile kendi cihetleri itibarıyla ayrı ayrı isimlendirilmiştir.

Birde bu et kemik bedenin içine yerleştirilen mekanizma ile sarmal ruhtan insani ruhuna sirayet ettirilip aktarılan 99 esma kuvvesi yansıtılmıştır.

Malumdur ki miraçta Hz.Muhammed Mustafa sas Efendimizin Allaha kabıkavseyn veya daha yakın yaklaşması ama asla fena olmadığından haber verilir.

Şimdi…

Biz insan olarak varlığımızı oluşturan her kuvvenin sahibinin bizzat Allah olduğunu bildiğimizde ve bunu seyr ettiğimizde, fenafillah durumunun olduğunun idrakine varırız.

Buna ilim ile ulaşılır. Asla aşk ile veya başka bir şey ile ulaşılmaz.

Fatır süresinde geçen Ayete bakalım bir nebze…

وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ ﴿٢٨﴾

Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlike, innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu, innallâhe azîzun gafûr(gafûrun) (28)

İnsanlardan, hayvanlardan, davarlardan da kezâlik türlü renklileri var ancak Allah saygısını kullarından bilenler duyar, haberiniz olsun ki Allah azîzdir gafûrdur.

Evet Allaha huşuyu veya haşyeti ancak ilim sahipleri bilir.

Bakın ayete ilim ve haşyetin yanında sonradan dine sokulan aşk var mıdır?

Ama tüm bu idrakleri işte sen seyrediyorsun yani sanal benliğin seyr ediyor.

Sakın demeyin reel benlik sahibi olan Allahtır bunu seyreden ve bu düşünce kesinlikle şirktir.

Sen bunu Allah adına seyr ediyorsun haşa Allah olarak değil.

Aşk dediğimiz saçmalıkla kişi kendisini Allahta yok sayarak kendi yaptığını da Allaha mal ederek sıyrılacağını zanneder.

İşte burada büyük bir şeytani oyun vardır.

Zaten şeytan bu oyunu oynayarak insanlara işletmediği günah bırakmaz.

Nasılsa yapan Allahtır deyip insanı her türlü felakete sürükler.

Allah bende benle seyr ediyor düşüncesi kesinlikle şirktir ve küfürdür.

Hiçbir zaman Allah senle bir iş yapmaz bizzat Allah yapar.

Bu olay ise şöyledir.

Senin yapını oluşturan tüm manalar ona ait ve onun olduğu hasebiyle yapan Allahtır deriz.

Ama tüm yapın her ne kadar Allah esma terkibi ise de içine bir sanal benlik yerleştirilmiştir ve yapma hissiyatı sende ve senle oluşur.

Yani sen, ilim-irade-kudret ile donatılmış ve ben diyebilen bir bireysin.

Benlik duygusunu kaybetmek psikolojik bir ruh hastalığı vakasıdır.

Eğer sanal benliğin alınsa, sen diye bir valıkta kalmaz. Ama bizzat Allah adına seyr etmek için varedildin.

Ama hu adıyla işaret ettiğimiz mutlak hüvviyet nasıl ki, Allah ismiyle kendindeki manaları terkipleştirip seyr ediyorsa, sana da sanal benlik vererek reel benlik sahibi olan Allaha halife etti ve senle de kendindeki manaları seyr ediyor.

Sen kalkıp sanal benliğini aşk saçmalığı ile yakarsan, kendini yakarsın. Bu yakma sonsuz bir acı ile sana geri dönüşümü olacaktır.

Allah senden münezzeh olayı ise, her ne kadar senin varlığını oluşturan her şey onun esmalarıyla işaret ettiğimiz manalardan oluşmuşsa da, o senle sınırlanmayacak olarak tümüyle senden aşkındır.

Seni var ettiği gibi, evrende görünen veya görünmeyen tüm eşyayı da var etmiş ve tüm bu eşya gibi sayısız şeyler daha yaratabilir gene de hiçbiriyle sınırlanamaz.

Çünkü o sonsuz ve sınırsızdır…

İşte bunu hissedip yaşamaya haşyet denir ve yaşayanın ağzından ALLÂHU EKBER sözü terennüm edilir.

Ve bu hissediş Fenafillahın ta kendisidir.

Yoksa baskın duyguyla beyni kullanıp olağanüstü haller göstermek değildir.

Çünkü kişi beynini baskın duygusu ile hakimiyeti altına alırsa, evrende yapamıyacağı şey olmaz.

Bunun tekniğini bilen herkes başarır.

Yani bunun velayetle alakası yoktur.

Yorum yapın