SEN DEĞER’SİN EY İNSAN EVLADI

Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellim efendimiz ve tüm peygamberler Cebrail’den büyüktür. Peygamberlerin dışındaki hiç kimse Cebrail’den ve diğer mukarreb meleklerden büyük değildir. Her varlık gibi melekler de nefis sahibidir. Çünkü nefis kişiliği oluşturan ana merkezdir. Ama meleklerde, et kemik beden veya nari beden denilen ve ruhun kendisini içinde bulduğu bir kayıtlayıcı bedenleri yoktur. Onun içinde sırf nur olup mesuliyetleri yoktur.

Cebrail en büyük melek olup en büyün nuri yapıdır. İnsanların meleklerin birçoğundan üstün olması hilafet sırrı ile alakalıdır. Çünkü insanda tüm kuvveler mevcut olup bu kuvvelerin oranını çoğaltıp azalta bilme yeteneği ile donatılmalarındandır.

Cebrail’de de tüm esma kuvveleri olup tüm kuvveler nuri muhammedide yansıdığı gibi ondan zuhur eder. İnsanın ondan farkı ise, insana ruhundan üfleme olayıdır ki insan gözünü zati seyre dikmiştir. Çünkü ona ruhundan üflenmiştir. Ve bekabillaha yolcu olabilme yeteneğiyledir.

Ama insanların ekseriyeti bu özelliğinden yoksun yaşamaktadır. Kendisindeki ulvi özellikleri et kemik bedene hasredip kendisini beşeriyet zindanında hapsetmektedir. Hayvandan aşağılık hasleti ile tatmin olmayanlar ise aşk denen olgu ile bir nebze daha yükselip fenafillâh denen halete göz dikerler. Fenafillâhı hedef bilip aşk içinde kendilerine bildirilen emir ve nehiylere göre amel ederler.

Akılını çalıştırıp aklını iman ile süsleyip deruni varlığa göz dikenler ise, huşu içerisinde havf ve rica içerinde rabbine rucu edip bekabillaha yolcuğa soyunurlar. Bunun içinde şeriat, tarikat, hakikat ve marifet yolculuklarını tamamlama gayretiyle, kendisini et kemik sayan nefsin istek ve arzularına gem vurmak suretiyle, sünneti seniyyeye uygun bir yaşam ile günlerini geçirirler.

İşte burada bilmemiz gerek haslet şudur ki Peygamberimizin Cebrail’i görmesi metafor yani kendi oluşturduğu bir hayal değil, bizzat Cebrail’in kendi öz nefsi yani kişiliği ve bizzat kendisi idi. Çünkü Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellim efendimiz Cebrail’in sahip olduğu tüm kuvveleri cami olduğu gibi, kendisine lahutiden üflenen nefesinde farkındaydı. Aynı onun gibi gelmiş geçmiş tüm peygamberlerde o lahuti nefesin farkındaydılar.

Tüm deruni kuvvelere ve geçerliliğine rağmen, her varlık olduğu gibi bir hüviyete sahiptir ve kendisine göre müstakil bir varlığı mevcuttur. Ef’al âleminde bu böyledir. Ama esma ve sıfat âlemlerinde her varlığın hüviyeti biter. Ama bizim için ef’al âlemi mevzubahis olduğu için ve sonsuza kadar da ef’al âlemi bizim için geçerli kalacağı için, faydasız ilimlerle vakit geçirmekten Allaha sığınırız.

Çünkü biz madem ef’al âlemi sonucu kesrette seyir eden ve seyir edilen olarak hep var olacağız. O zaman ef’al âleminin hakkını verip yani fıtrataımızın icabını yerine getirip gerisinin seyrine dalacağız. Gerisinin seyrine dalıp ef’alın hakkını vermezsek yani fıtratımızın özünü buzarsak, ölümle beraber seyir bizden alınacağı gibi, içine gireceğimiz o şartlardaki ef’al âlemi sonucu var edilen alemlerde perişan olacağız. Buradaki amelsiz seyir de bize bir şey katmayacaktır. Zaten Kur’ana baktığımızda, hep amel der. Seyir kısmını genelde cennete havale eder. Çünkü dünyada seyre dalıp amelden kesilen çok kişiler olmuştur. Bu da sonsuz azap olarak kişiye rücu etmiştir.

Onun için de bu fakrın ana felsefesi öncellikle ameldir. Seyir olduysa da fazla takılmadan amelde devam düsturu üzeredir. Çünkü çok kişi gördüm ki seyre daldığı gibi ameli terk etmiş ve o şekilde ölürse kaybedenlerden olacağından endişe ediyordur.

Bu yazdıklarımız okunur veya okunmaz bilmem ama onu okuyan belki olayı okur da kendi hakikati üzerine az düşünür ve kendi sahip olduğu marifetine göz diker.

Yorum yapın