MANA YOLUNDA YÜRÜRKEN İSLAM AKAİDİ YEGANE AKAİDİMİZ OLSUN

Tasavvufta anlatıla gelen meratip ve makamların tümü ezberlense dahi hiçbir işe yaramayacaktır.


Zira ezberlenmiş ve sırtta yük olmuştur ki artık onun yaşamı hayal olmuştur.


Artık bu bilgisi dahi onun şeytanı olmuştur. Bu bilgi yığını ile gerçeğe dalmaktan mahrum olmuştur.


Üstüne üstlük, bu ezberle yapılan konuşmalar kendisini farkına vardırmadan panteist yapmıştır.


Nefsine hoş geldiği için de hala kendisini hak yolda sanıyordur.


Zira konuştuğu kelamın ucunun nereye vardığını fark etmeden zat, esma-sıfat ile efalı hayalen birleyip itikadını İSLAM itikadının dışına atmıştır.


Oysa ki Allah indinde İSLAM itikadının dışında hiçbir itikadın geçerliliği yoktur.


Çünkü Allah, tüm yarattıklarından kesinlikle münezzehtir.


Hem böyle ezberlenip saymakla da evliya yada efendilik taslanılıyor ki, bu da kibrine ve inadına kibir ve inat katmanın dışında bir içerikte katmamıştır.


Zira ezberlediğinin hayalini kurmuş öylece şuurunda canladırıp kendisini hakikatta sanmıştır.


Öyle düşünmeyenleri de müşrik addederek ayrıca uçuruma yuvarlanmıştır.


Zira bir iman ehline müşrik diyen kişi, kendisi müşrik olmuştur. Bu sözler basit sözler değildir.
İşte hakikatı hisseden anlayış ise, bütün ezberleri bozuyor.


Yani birileri sarmısak satıyorken birileri de sarmısağın toprağını elliyor, ama ikisi de kekeleyip duruyor.


Esas ideal yaşam ise, nefsani alışverişin tükendiği haldır ki, bu yaşama varan, artık sessiz bir şuurla İSLAM deryasında tatmin olmuştur.


HZ.MUHAMMED MUSTAFA SALLELLAHU ALEYHİ VESSELLEM EFENDİMİZİN ŞERİATTI GARRASINA DOYMUŞTUR.


Artık lider ve efendi olarak da sadece Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi vessellem efendimizi kabul etmiştir.


Öylece şeriatın uygulanışındaki zevke ermiştir.


Sonra olayın hakikatını idrak edip marifetine kucak açmıştır.


Yaşamdaki hakikat irfanına inmek tümüyle iç sezgilerin huyudur ki, fiilsel dünyamızda bu şuursal dünyanın karşılığı yoktur.


İçsel ve şuursal sezgiyi fiiller alemine döken ise, yolunu kaybetmiştir.


Zira fiilsel yaşamı zatla birlemek ve vahdeti öylece sanmak, yolu kaybetmenin zirvesidir.

Mutlak zat olan Allaha göre Vahdeti vucut değil vacibu-l vücut hakikatı gerçek hakikattır.

Mutlak zata göre biz varlıklar, mutlak manada düşünürsek, zaten vücut kokusu bile almamışız.

Ama bizler fiiller aleminde yaratılan varlıklar olarak kesrette yaşayan yaratılmışlarız.

Bu kesret Allah’ın zati fiilleri olarak düşünmek ayrıca hataya düşmeye neden olacaktır.

Çünkü bu kesret alemi dediğimiz bir tutam nurdaki tüm fiiller bize göre fiillerdir ki, Allah zatı olarak tümünden münezzehtir.

Bizim vücudumuz ise, kendimize göre vardır ve asla yok değildir.

Biz insanlar zaten kesret aleminde yaşarız. Biz kesretten konuşup desek ki vahted-i vücut vardır, o zaman vücudumuzu Allah vücudu ile bütünleştiririz.

Oysaki zaten vücudumuz kesrette bize göre varken, vacibü-l vücut olana göre zaten vücut kokusu bile almamıştır.

Allah tüm varlığı nurundan bir tutamıyla var etmiştir.

Bu bir tutam nurun vacibu-l vücut olan zata göre zaten vücut kokusu onda tahayyül bile edilemez.

Ama o bir tutam nur kendi içinde bir vücut sahibi olup, bir birlerine göre vardırlar.

Ve varlıkları kendi alanlarında Allah’ın inşasıyla sonsuza dek devam edecektir.

Bu da gizli hazine olan mutlak zatın nurunun bir noktada aşikare seyrinden başka da değildir.

Şimdi sen varlık diye bildiğimiz bir tutam nur olan o noktaya, kalkıp Allahı’n zatının ona hülulu şeklinde düşünürsen, veya zatın devamı veya kendisinden gibi sanırsan, veya zatın kendisinin fiilleri olarak düşünürsen, işte o zaman panteist düşüncesi devreye giriyor.

Zira tüm bu bir tutam nurdaki varlıklar ve bizler ki bizde bu bir tutam nurdan var edildik, Allah’ın fiilleri değiliz. Allahı’n yarattıklarıyız.

Tüm bu bir tutam nurdaki varlıklar ve bizler zaten Allah’ın zatının içinde veya dışında değiliz ki bize hülulu veya bizim onunla bütünleşmesi söz konusu olsun.

Yani yaratılan biz varlıklar cihetinden bakıldığında, vahdet-i vücut düşüncesi rafa kalkar.

Ama mutlak zat cihetinden bakıldığında, zaten vücut kokusu dahi almamış olan ve gizli hazine olan nurundan aşikare ettiği nurundan bir tutamın dışında bir şey değildir.

Dolayısıyla esas olan kelam, vahdet-i vücut değil Vacibu-l vücut olan Allah’a olan kulluğumuzu idraktır.

Gördüğü güzellikleri kendine saklayan yani sessiz, sözsüz ve hava atmadan sadece hakka gönül vemiş, iman ve amel üzerine yoğunlaşan, kibri ve inadı terk eden,Kuran ve sünnet ışığında yürüyen, keramet peşinde koşmadan, samimi ve yürekli birer Müslüman olmak en büyük hedefimiz olsun.

Yorum yapın